Üye
(1 Puan)
|
GERÇEK:
Yürüdüğü yolda karşısına çıkan şeylerin bir anlamı olduğunu düşünürdü. Anlam verdiği şeyler bir neden sonuç ilişkisi içinde yığılarak onun sınırlarını çiziyordu. Bu birşeyleri anlamlandırma eylemi onda herşeyin bir anlamı, dolayısıyla bir nedeni olduğuna dair bir yanılsama yaratmıştı. Tümevarımsal düşünüyordu hep. Herşeyi anlamlandırdığında benliği sonsuzlukla bütünleşecekti. Bu arzunun da tetiklediği bir yanılsamayla herşeyi sorgulamaya başladı, bir neden ve anlam arayışında oldu. Anlamlandırdıkça sınırları genişliyordu. Evet bir sonsuzluğun parçasıydı, ama bilmediği birşey vardı: parçası olduğu bu şey sonsuz bir yokluklar kolajından ibaretti. Herşeye anlamsal bir yokluk hakimken, anlamlandıramadığı bir sürü şey kalmıştı sınırların dışında. Bu yokluğa bir anlam yüklenemezdi ama bedeni bu gerçeği kaldıracak güce sahip değildi, yanılsamalarla gerçeği örtüyordu. Varlığını duyumsadığı anlamsız şeyleri kafasında bir yere oturtamıyordu, onların ne bir nedeni vardı ne de sonucu. Bir türlü ele geçiremediği anlam, aklının labirentlerinde acıya dönmüştü. Nietzche’nin dediği gibi, sürekli törpüleyen acı hep nedenleri soruyordu. İçindeki acı hala anlamsızlıkların nedenini soruyordu. Acılarla inceliyordu. Duvarları geçirgen düşsel bir kutu içindeymiş gibi kendini istikrarlı kılmaya çalıştığı her an, bilinçdışının içeriden baskısını hissediyordu. Bilinçdışının şiddetli belirsizliği onu akıldışı sapma nöbetlerine meyilli bir hale getirmişti.
Anlamlandırdığı şeylerle ne zaman kendi gerçekliğini inşa etse, anlamsızlıklar bu gerçekliği bozuyordu. Gerçek neydi? Simgesel ve imgeselin bir bileşimi? Hayır, simgelerin dışında kalan şeyler. Kendi gerçekliğimizin dışında kalandır, anlamsız olanın sınırıdır. Hangisi daha gerçekti? Dışarıdaki fiziksel gerçeklik mi yoksa bilinçaltındaki anlamsız şeyler mi? Gerçek gerçeklik ile kendisi arasındaki yarılma, onu kendine öylesine yabancılaştırmıştı ki gerçeği tanımlamakta zorlanıyordu. Gerçek… Belirli bi şekilde ortaya konması imkansız olan şeydi, buydu evet.
Gözlerini açtı. Bu duygular onun için gülünçtü artık. Anlamın sınırları paramparça olduğunda dünyanın derin bi boşunalık ve yararsızlıkla döndüğünü anlamıştı. Gerçeğe ulaşmıştı artık, daha doğrusu hiçliğe. Hiçbirşey herşey, herşey hiçbirşeydi. Herşey hiçbirşeyden ibaretti, daha fazlası değil.
|