Önce sesini sıyırıp zamandan yollara meydan okumak istemiştim. Sabaha, akşama, kışa, bahara gözlerini armağan edip kendime yaşanılası bir aşk bırakmak için tüm ahlaksızlığımla bencilleşebilirdim.
Sonra günahların intikam alabileceğini, karşımda devrik cümlelerinle dimdik dururken tüm imgelerinde saklı bir zavallı gibi yaşamak istemediğimi anladım…
İçini kime teslim ettiğini bilmediğim her akşam, terkedilmiş gibi hissettiğim saatlerimde, aklıma düşen kıvılcımlarla cümlelerine defalarca tecavüz edip, bir sigara yakıyorum. Benim şehrimde yağmurlar yağarken sen kim bilir hangi baharın elinden tutup, anlamsızlıklarınla savaşıyorsun. Bilemeyeceğini düşünüyorum bıraktığın izlerin sızlarken beynimi çürüttüğünü… Yoksa ben seni ;
Adını hiçbir sitemimde konuk etmeyecek kadar çok mu sevdim?
Affet!
Anlamlarını bile bile aldattığım tüm kelimelerinden özür diliyorum şimdi. Öznesi gizli cümlelerinde yükleminden baş aşağı sarkıp dudaklarımı intihara sürüklüyorum.
Yani susuyorum. Yani sana sus(a)maktan yoruluyorum.
Korktum…
Tenime iz bırakmadan gitmenden ve sabahın alacasında aklıma gelmeme ihtimalinden kaçışlarım, seni sonsuz bir girdapta özlemimle nefretimin seviştiği bir mevsime terk etti.
Yargıladım…
Seni sevmekten çok öldürmeye çalışan boşluklarımı yine seninle aldatma çabamı…
Affet…
Büyüsü bozulmasın diye adını bile anmadığım sarhoş gecelerimi. Aklıma gelme diye fikrimi becerme isteğimi… Ne bileyim be güzellik affet işte,
Avuçlarımın ağlamasını…
Gitmeyecek kadar sevemezsin beni biliyorum da merak ediyorum…
Senin hiç avuçların ağladı mı?