Mistik Dünya- Bölüm 2: Aradan aylar geçmişti. İkos şehri, daha önce görülmeyen hava olaylarına şahit oluyordu. Herkes gergindi. Karanlığın ve aydınığın tüm büyücüleri şaşkın ve tedirgindi, şehir bakanların hemen göremediği istilacılarla sarmalanmıştı, her şey değişiyordu. Korkunun bıraktığı tüm enerjiler büyücülerin ruhundan gökyüzüne akıyordu sessizce ve yavaşça, gökyüzü tüm akıntılara şiddetli bir yağmur ve soğukla karşılık veriyordu. Sığınakta işler iyi gitmiyordu, sürekli yönetim değişiyor, daha kimse ne olup bittiğinin farkına varmadan tanımadık yüzler o hain bakışları ve iç kaldıran sırıtışlarıyla beliriveriyordu.Lady Tin Tori’nin tüm bunları düşünmeye aslında pek halide yoktu. Yorgundu, göz kapakları düşüyor, ne zaman geleceğini kestiremediği tuzlu damlalardan kirpikleri ağırlaşıyordu. Ruhu kırgın, düşleri kırıktı. Aldığı her nefes içini yakıyor, attığı her adım sanki viskoz bir karmaşık duygular bataklığında yürümeye çalışıyormuşcasına ağır geliyordu. Tam yeni güçlerini kontrol etmeye başladığını sanarken bir anda iç dengesi allak bullak olmuş, başa dönmüştü hatta başlangıcın gerisinde bir sonsuzluk varsa o sonsuzluğun bir noktasına sürüklenmiş gibi hissediyordu. İlk defa ruhu boştu. İlk defa içi dışına boşalmış ve boşalanlar asla geri toplayamayacağı milyonlarca küçük parçaya bölünüp sağa sola saçılmıştı. Lady Zeoji’yi düşünüyordu, Tin Tori. Aşık olduğu kadını, büyüsüne, zekasına, ruhuna kapılıp gittiği o kadını düşünüyordu. Birkaç zaman önce Lady Zeoji, kendi krallığını ilgilendiren bir konuda müttefikleriyle toplantı yapmak amacıyla İkos şehrine gelmişti. Bu haberi alan Lady Tin Tori, bir anda uzun zamandır damarlarında dolaşmayan o heyecanın büyüsüyle , dudağının kıvrımındaki gülümsemesini kapıp, Lady Zeoji’yi karşılamak için hazırlıklara başlamıştı. Her gece sesini duymadan, mektuplarını okumadan uykuya bile dalamadığı Lady Zeoji ile koskoca birkaç günü beraber geçirebilecekleri için çok mutluydu. Sanki tüm alimlerin ve büyücülerin aradığı, ardında huzurun bahçelerindeki sonsuzluğa açılan o yüce kapıyı bulmuş geriye sadece anahtarı çevirip kendini yaprakların üzerine atıvermek kalmıştı. Fakat işler hiçte Lady Tin Tori’nin umduğu gibi olmamıştı. Lady Zeoji, adımını İkos şehrine atar atmaz, varlığının o inanılmaz büyüsü sanki tüm şehirde yankılanmıştı. Gökyüzü bile Lady Zeoji’yi en tatlı haliyle, tüm sıcaklığı ile karşılamış kara bulutları uzaklaştırmıştı. Lady Tin Tori, Lady Zeoji ile buluşmak üzere kalesinden ayrılmadan önce herşeyi gözden geçirdi; Zeoji’ye duyduğu sevgi ve bağlılık kelimelerin boşluklarında sıkışıp kalsın istemiyordu. Dürüstlük tepesine tırmanıp eski bir dostu olan Lady Marios’dan içine asla yalanların giremeyeceği küçük bir kutu yapmasını rica etmişti kutunun içine bir doğruluk aynası yerleştirmiş ve üzerine gerçekten hissetmeden yazamayacağı kelimelerini yerleştirmişti. Koruyucu mağaraların derinlerine inmiş, oradan aldığı madenlerle şans perilerininde dokunuşuyla bir madalyon yaptırmıştı. Bu madalyon, dürüstlük kutusunun doğru kelimeleriyle, Lady Zeoji’ye sonsuza dek şans getirmesi ve onu tüm kötülüklerden koruması için işlenmişti. İşe yarayabilmesi için, gerçek aşkın dokunuşuyla kutsanması gerekiyordu. Kaleden ayrılmadan önce Lady Tin Tori kutuyu açmış, içindeki madalyonu gerçeğe dönmesi sihiriyle öpüp geri koymuştu. Yola koyulan Tin Tori, bir şeylerin ters gideceğini aslında içten içe anlamıştı. Sanki tüm evren ve tüm görünmez ruhların enerjileri bu buluşmayı engellemek istercesine ayaklanmıştı. Gökyüzü yüzünü dönmüş ani, pis bir sağanak başlamıştı. Yer değiştirme büyüleri işe yaramaz olmuş, bir yerden bir yere ulaşmak zorlaşmıştı. Yolda hiçte girmek istemediği bir patikadan geçerken hiç sevmediği meyvelerin kokuları üstüne başına bulaşmış, üstelik arkadaşlarından yardım alarak hazırladığı küçük süprizlerin yapılamayacağı haberini almıştı. Tüm aksilikleri görmezden gelerek yoluna devam eden Lady Tin Tori.
CEVAPLAR
lezce user
06.04.2015
Üye (200 Puan)
Lady Zeoji’yi gördüğü ilk andan itibaren geçirdikleri tüm vakit boyunca gözlerini Lady Zeoji’nin gözlerinden alamamıştı. Varlığından emin olduğu o güzel ruh, sanki Zeoji’nin gözlerinin ardından gülümsüyordu. Göz bebeklerinin etrafını sarmalamış her çizgi, sanki şimdiye dek varlığı ispatlanamamış ama herkese sessizce vaad edilmiş o imkansız toprakların haritasını çiziyordu. Tin Tori’nin bakmaya doyamadığı o gözler apaçık, aydınlık ve ardı şeffaf değildi; aksine tehlikeli, bulanık, ardı sırlarla ve belirsizliklerle doluydu yinede bir kez onun büyüsüne kapılanın bir daha yüzünü çevirmek istemeyeceği muhteşem gözlerdi onlar. Geçirdikleri tüm vakti bir çift gözde kaybolarak harcayan Lady Tin Tori kabul etmenin imkansız göründüğü bir gerçeği karşılamakta zorlanıyordu. Duyduğu aşk karşılıksızdı, hissettiği ruh yalnızca onun hissettiği arada bir köprünün, güçlü tozlarla örülmüş bir bağın olmadığı sadece kendi gördüğü bir ruhtu. Bu ilk defa başına geliyordu. Aşk nehrinde kutsandıktan sonra bu konuda sezgileri şimdiye kadar hiç yanılmamıştı, aşkın karşılıksızlığıyla hiç karşılaşmamış, kendindeki var oluşun bir başkasında ki yokluğa çarpışını hiç görmemişti. Ne olmuştu, neden böyle olmuştu, kahrolası periler nerelere uçmuştuda bu aşk böyle tek, böyle boynu bükük kalmıştı, hiçbir fikri yoktu. Tek başına yüklenilen bir sevginin ağırlığıyla yürürken, Lady Zeoji’nin varlığının onu aynı anda hem bu kadar huzurlu hem bu kadar huzursuz kılmasına şaşmıştı. Gitsin istemiyor, yokluğunun verdiği boşlukla yüzleşemiyor bir yandanda varlığının verdiği ağırlıkla boğuşuyordu. Derken Lady Zeoji’nin şehri terk etme vakti geldi, kendi şehrine , krallığına, kalesine dönmesi gerekiyordu. Gitti..Lady Zeoji tüm gizemliliğiyle, şehre beraberinde getirdiği güzel havasıyla, gözleirnde taşıdığı ruhuyla, gitti. Geride karma karışık bir ruhla kalan Lady Tin Tori adımlarını sayarak yürüdü kalesine..Her adımda bir dilek, döndüğü her yolda bir şarkı mırıldandı ulaşması umuduyla. Soramıyordu, sorgulayamıyordu da, anlayamıyordu..Tanımadık, bilmedik bir şeydi bu. Kalesine ulaşınca kimseyi görmek, kimseyle konuşmak, kimseden bir mektup haber almak istemedi..Kendini odasına kapattı ve daha rahat uyumasını sağlayacak birkaç iksir hazırlayıp yatağına uzandı..Uyusa uyusa bir daha uyanması olurdu o an için. Birkaç saat sonra pencerisinde o tanııdklaşmış güvercin belirdi ve usulca Lady Zeoji’nin krallığına sağ salim ulaştığını bildiren mektubu bırakıp gitti. Bir iç çeken Tin Tori kendi güvercinin ayağına birkaç satır karalayıp kapattığı mektubunu bağlayıp gönderdi, ne denilebilirdi ki.. Yanıp tutuşulan bir aşka karşılık verilecek bir dostluk o an için katlanılabilecek bir şey değildi..O gecenin ilerleyen saatlerinde kalenin kapısı büyük bir gürültüyle sarsılmaya başladı. Ne olduğuna anlam veremeyen Tin Tori yataktan fırlayıp, eline aldığı meşalesiyle uzun koridoru geçip kapıya ulaştı. Yavaşça ve büyük bir gürültüyle açılan kapı ardında karşısında gördüğü yüz o an çok uzak bir şehirde olması gereken Lord Toris’in yüzüydü. Tin Tori’nin içinde patlayan fırtınaların savrulmalarıyla akan birkaç dalga enerji Toris’e ulaşmış o da hiç vakit kaybetmeden sevgili dostunun yanına koşmuştu. Lord Toris’i selamlayıp içeri alan Tin Tori ağzından birkaç kelime bile çıkaramayacak bir halde Toris’in karşısına oturup masaya iki kadeh çıkardı. Kadehlere birkaç damla hafıza büyüsü damlatıp üstünü doldururken Lord Toris sordu ‘’ Sevgili dostum, kendine neden bunu yapıyorsun? Daha ikinci nehrini seçmedin, sığınakta savaşmıyorsun, ruhun yorgun ve kalbin kırık biliyorum ama neden kendine bunu yapıyorsun?’’. Tin Tori gözlerini Toris’e dikti ama hiçbir cevap vermedi, doldurduğu kadehi uzattı ve kaldırdı: ‘’ Gelmişimize, geçmişimize ve geleceğimize sevgili Toris!’’..Bir dikişte içtikleri ilk kadehlerin ardından ikincileri doldururken Lord Toris tekrar konuştu: ‘’ Sevgili Tin Tori, seni severiz, biliyorsun, ama hiç düşündün mü belkide geleneklerimize aykırı olan, bu lanetlenmiş şekillerde aşkı yaşıyor oluşundur seni bu kadar mutsuz eden ve aradığını hiçbir zaman vermeyen! Tanrı aşkına kadın büyücülere aşık olup duruyorsun, bu şekilde geride iksirleirni, büyülerini bırakabileceğin ne bir varisin nede bir yuvan olacak..Belkide değişmelisin Tori, belkide aşk baktığın yerlerde yok, belki gelenekleri kabul etmelisin!’’.Tin Tori sessizliğini koruyarak düşüncelere daldı bunun üzerine..İlkleri düşündü, ilk aşklarını, kadın büyücüleri, o kadınları..Ruhlarını düşündü onların, dokunduğunda yanan, yakan tenlerini..Öptüğünde yükselen içini düşündü..Kendini kaybettiği ulaşılması zor trans hallerini..Sevdiği kadınları düşündü, fikirlerini, seslerini, dudaklarını, vazgeçilemeyişlerini..Döndü ve ‘’ Sevgili Toris, benim içimi yakan bir erkek ya da bir kadın değil. Beni alıp götüren bir ruh..Beni alıp götürebilen ruhların hep bir kadına ait olması belki bir tesadüf, belkide ben sadece kadın ruhlarına kapılıp gidiyorum. Avuçlarıma bak, kıvılcımlar çıkıyor, nefesimi izle girdaplarla gidip geliyor.Gözlerime bak acırken parlıyor. Eğer geleneklerimiz beni lanetliyorsa, ben lanetli doğmuş bir çocuğum sevgili dostum.Bu hissettiklerimde gerçek değilse, uygun değilse, lanetli topraklarda doğup büyümek isterdim sevgili dostum..’’..Lord Toris kadehini aldı , gecenin uzayan ay ışığına uzattı ve ‘’ Tüm lanetli güzel çocuklara Tin Tori, anlamlı ve anlamsız tüm aşklarımıza’’
lezce user
06.04.2015
Üye (68 Puan)
hiç tarzım olmamasına rağmen zevkle okudum lostin.. kalemine sağlık. betimlemeler çok dikkat çekici olmuş.
lezce user
07.04.2015
Üye (246 Puan)
Çok başarılı.. mistik ancak ütopik değil hatta fazla realist :) beğendim