Mistik Dünya- Bölüm3 : Sürekli kendini tekrar eden bir kaos zincirinde debelenip duruyordu Lady Tin Tori. Sığınağa haftalardır uğramıyor, saygısını kazanmayı başarmış karanlığın ve aydınlığın güçlü büyücülerin gönderdiği çağrılara bile yanıt vermeden kalesinden çıkmıyordu. Gün ışığının parlak ışıltısına küsmüş, vaktinin çoğunu ay ışığının loş dalgaları arasında geçiriyor, gece yaratıklarının büyülü şarkılarına kapılıp yıldızları izleyerek uzun zamandır çözmeyi beklediği kendi içindeki sırrı yakalamaya çalışıyordu. Hayatı kendi kontrolünden çıkmış gibiydi, ne sığınakta işler yolunda gidiyor, ne kalesinde huzuru bulabiliyor, ne büyücü dostlarıyla yapılan uzun sohbet ve çözümlemelerden keyif alabiliyor ne de kalbindeki sızıyı bastırabiliyordu. Attığı her adımda evren yansıtıcı enerjileri biriktirip şiddetle Tin Tori’yi geri püskürtüyor, adım atmayarak beklediği her an da ise belirsizliğin sisleri küçük cam parçacıklarını toplayıp dev bir hortumdan fırlatır gibi ruhunun en savunmasız köşelerine yolluyordu. Belki de tüm bu kaosun sebebi hala yeniden kutsanacağı nehri seçemiyor oluşuydu.
Lady Zeoji’nin İkos şehrini ziyareti üzerinden birkaç ay geçmişti. Kendindeki varoluşun karşı taraftaki boşluğa çarpmasıyla Tin Tori yıkılmış, karşılıksız olduğunu anladığı duygularının ağırlığında ezilip bir daha asla Zeoji ile haberleşmemeye karar vermişti. Tüm iletişim yollarını kapatarak iradesini korumaya çalışsada, bazı geceler o kısa sürede alışmış olduğu Zeoji’nin tatlı enerji çizgisini hisseder gibi olup birkaç cümle karalayıp haberci güvercininin ayağına bağlamaktan kendini alıkoyamıyordu. Her ne kadar aylardır sesini bile duyamadığı için onu çok özlemiş olsa da bu iletişimsizlik Tin Tori’ye iyi geliyor, olası bir iletişimde yazılacak kelimelerin, ses tonunda oluşacak ufak değişimlerin oluşturabileceği ‘’acaba’’ paranoyalarından sakınmış oluyordu. En başından beri karşısında ki ruhun kendisi için tehlikeli olabileceğinin farkındaydı; etkileyici ve derin olduğu kadar karmaşık ve bulanıktı da çünkü. Lady Zeoji’nin büyüleri çok güçlüydü, büyülerini sadece kelime ve düşünceleriyle yapmıyor, ağzından dökülenler bir başka sesindeki iniş çıkış bir başka büyüyü harekete geçiriyor, ruhu bir başka iksiri canlandırırken gözlerinden yansıyan ışıklar daha nice iksirleri buluyor, aynı anda sanki tüm hücrelerinden farklı etkiler akıyordu. Bu yüzden ortaya çıkan büyünün; yönü, hedefi, gücü, çeşiti, hangi gerçekliği ele geçireceği ve ne zamana kadar süreceği önceden kestirilemiyordu. Ne olduğunu tam olarak anlayamadığınız bir gücü durdurmak neredeyse imkansız gibiydi.
Bir gece ayın en sevdiği saatlerinde, Tin Tori’nin başucundaki aynada bir görüntü belirdi, bu görüntü Zeoji’ye aylar önce meleklerin korumasıyla gönderdiği , içinde ruhundan parçalar barındıran, şimdiye kadar hazırladığı ilk sihirli kutunun görüntüsüydü. Kutunun içinde; tarihi, mistik dünyaları, bir aşk büyücüsünün nefesini, ölü bir şairin son kelimelerini ve kırmızıyı anlatan kitaplar, doğruluk aynaları, dört mevsimin yaprakları, şifreli kolye, derin denizlerin gizemliliği ile kutsanmış küçük not şişeleri ve beraber paylaşılan ilk iksirin minik renkli bardakları bulunuyordu. Beliren bu görüntü karşısında kalbi bir anlığına duran Tin Tori, titreyen elleriyle Zeoji’nin hediye ettiği sihirli müzik kutusunu kavrayıp hemen aynanın önüne yerleştirdi, yanına da bir not iliştirdi ‘’seni çok özledim…’’. Sihirli müzik kutusundan çıkan notalar, Tin Tori’nin en sevdiği bale eserlerinden birine aitti. Eserde bir büyücü tarafından arkadaşlarıyla birlikte kuğuya dönüştürülen prenses Odette’nin hikayesi anlatılmaktaydı. Odette’nin tekrar insan olması için gerçek aşkı bulması gerekiyor ve bunu Prens Siegfried’te buluyor olsada, büyücünün kızı Odil, Odetta kılığına girip prensi kandırıyordu. Kutudan çıkan notalar Tin Tori’yi her seferinde oyunun son perdesine götürüyor, karanlık bir sahnede iyi kötü, karanlık aydınlık tüm duyguların ve sezgilerin içine dolmasını sağlıyor, ayağı yerden birkaç santim yükselip kalenin içinde saatlerce süzülmesine neden oluyordu. Notalar dalgalana dalgalana havada gezindikce kutunun üzerine yerleştirilmiş gökyüzü merceği ,o an bulabildiği ne kadar yıldız varsa hepsini topluyor kale duvarlarında ışıktan bir şölen hazırlıyordu. Aylarca süren iletişimsizlik tüm bu çizgileri içe dokunan materyallerle yeniden başlamış, haberci güvercinler iki şehir arasında durmadan gidip gelmeye, kısa ama derin uykular öncesi sihirli balonlar içine saklanmış sesler kulaklarda çınlamaya devam etmişti. Tin Tori, bir kez daha Zeoji’nin o insanı göklere çıkaran ama aynı zamanda zehirli sarmaşıklarla kaplı çemberindeydi.
CEVAPLAR
lezce user
30.07.2015
Üye (200 Puan)
Kısa bir süre sonra Zeoji, İkos şehrini yakın dostu Lady Livi ile ziyaret edeceğini müjdeleyen haberi gönderdi üstelik bu sefer yapması gereken görüşmeler halledilmesi gereken toplantılar yoktu biraz daha uzun kalabilecekti. Bu haber karşında biraz çekinerek, Zeoji ve arkadaşını ziyaretleri boyunca kalesinde kalmaya davet eden Tin Tori, davetine olumlu cevap alınca mutlulukla hazırlıklara başladı. Bir yandan sevinen Tin Tori, diğer yandan zamanın cücelerine ördükleri talihsizliklerden dolayı lanet okuyordu. Aylar öncesinden yakın dostları olan Kral Agi ve Kraliçe Fisi’ye , kader ipi dükkanına onların yokluğunda birkaç gün göz kulak olacağına dair söz vermişti. Kader ipi dükkanı, çok az büyücünün bildiği , yolları henüz çizilmemiş genç büyücülerin saçlarına ördükleri rengarek kader iplerini bulabilecekleri, olgunlaşmış büyücülerin ise tini amazonlara dayanan ayinlerinde kullanabilecekleri etnik kıyafetleri alabildikleri nadir yerlerdendi. Dostluğu, barışı, huzuru temenni eden bir grubun gizli toplanma yeriydi aynı zamanda, ay takvimlerinden, yıldız haritalarına, tarot kartlarından mistik dünyanın geleceğine dair gizli toplantılar yapılır, grubun üyesi her genç ve yaşlı büyücü sanki birbirlerini hiç tanımıyormuşcasına görev kartlarını teslim alır yollarına devam ederlerdi. Zeoji’nin ziyareti tamda kader ipi dükkanına bekçilik yapması gereken zamana denk geliyordu, bu durumda Tin Tori, İkos şehrinin saklı mağaralarını, sihirli meyveler kokan çimen tepelerini, bir zaman boyutundan diğer zaman boyutuna geçişleri sağlayan köprülerin altındaki gizli tavernaları, bastıkları her bir notada antik dünyaların hayal kapılarını ve tanrıların evlerini sonuna kadar aralayan müzisyenlerin sığınaklarını gezdiremeyecekti. İstediği gibi ilgilenemeyecek olsada, Zeoji’nin ziyareti haberi, Tin Tori’nin yüzünde aylardır belirmeyen gülümsemeyi ortaya çıkartmış hatta küstüğü artık sırtını döndüğü şans perilerine parmak uçlarını uzatmasını sağlamıştı.
Dikkatli olması gerektiğini biliyordu, beklediği ziyaret için bir yandan kalesini hazırlarken bir yandan ruhunu hazırlamaya çalışıyordu. Bir önceki ziyarette ne kadar dağıldığının farkındaydı, sevgisini yok edemezdi bunu biliyordu ama erteleyebilirdi, ertelenmiş bir sevgi beraberinde o anlık umutları getirmeyecekti, ertelemeliydi, bastıramazdı ama varlığına inandığı o sihirli bağı kaybetmemek için erteledi. Aşk nehrinde kutsandıktan sonra uzun yıllar aşkın gücüyle savaşan Tin Tori artık bir aşk büyücüsü değildi, aldığı yaraları hiçbir zaman tam olarak iyileştirememişti ama beraberinde öğrenmişti ki tek başına aşk hiçbir zaman yeterli değildi; evren en büyük en güçlü büyücülerin bile henüz sırrını çözemediği görünmez dev bir ağ ile kaplıydı, bu ağ hem tüm varlıkları birbirine bağlıyor hem de birbirinden uzak tutuyordu, içindeki daha küçük ağcıklar ise bazı ruhları ne kadar bir birinden farklı ve uzak olsa da sonsuza dek birbirine bağlıyordu. Bağlanan ruhlar kader çizgileri kesişene kadar bundan habersiz olsada kesiştikleri ilk anda ağın gücünü hiç unutmamak üzere tepeden aşağı hissediyordu. Zeoji’de bunu hissetmişti, o ağı ve o ağın getirdiği sonsuz gücü…