Daha havaalanına inerken başlamıştı kar taneleri. Dokunurken gözlerimle pamuğa bürünen bulutlara, hiç bilmediğim bir şehirde , bilmediğim insanlarla buldum kendimi. Valizimi odama bırakıp etrafı görmeye çıkmam arasında çok zaman farkı olmamasına rağmen beyaza bürünmüştü şehir. Annemin ayrılmadan önce boynuma doladığı deniz mavisi atkımdan damlalar süzüldü içime, ürperdim.Soğuk anneden uzak olmakla boydaştı.Adımlarım ürkek ve kararsız.
Tramvaya binmek için bekliyordum etrafa meraklı gözerle bakarak. Eski model onlarca araba, bilmediğim yüzler , ve ışıklar.Çok farklıymış burda hayat.Yollar, insanlar, kurallar...Herkes bekliyordu kırmızıda mesela ; oysa ne gelen var, ne giden. Bir an Türkiye’de olduğum hayaline kapılıp geçiverdim karşıya iki yaşlı çiftin bakışları arasından geçerek.Onlar öylece bakakaldılar arkamdan tıpkı benim tramvayda onların hala bekliyor olmasına bakakaldığım gibi.
Evet, sonunda ulaşmıştım amacıma, farklı bir dünyadaydım. Yeni bir ülkede yaşayacak, okuyacaktım. Senelerdir hayalini kurduğum gerçeğin tam da ortasındaydım işte ama sanki eksik olan bir şeyler vardı yeni hayatımda. Gidenlerin bıraktıklarından yadigar aldığı kekremsi hasret dalgaları vuruyordu yüreğime. Her girdiğim kapıda aşina bir sima görecekmişim de mutluluğum tam olacakmış gibi açılıyor göz bebeklerim. Ama yüzümün yarısı güneş yarısı sis geçişine sahne.
Türkiye artık ötedeydi. Burada bir masa, eski ahşap bir dolap, ahşap bir zemin, kitaplar, lehçe gazeteler, postalanmayı bekleyen birkaç mektup, bir Rus, bir Ukraynalı vardı sadece. Türkiye, annem, ailem ötedeydi. Var olan şeyse hepsine bulanmış olan özlemim,an geçtikçe artan yalnızlığımdı.
Burda sadece tramvaylar vardı, içlerinde yolcular… Avrupa’nın göbeğinde bilet kontrolu yapıyordu memurlar; biri imzalıyor , diğeri ceza ödüyor almadığı bilet için.Anlamıştım, Türkiye buradan çok daha ötedeydi, ailem , sevdiklerim çok ötede…
Bu anlamışlık, bu çaresizlik ve kaybolmuşluk büktü belimi ilk günden. Senelerce öğrendiğim yabancı dil biçare olmuş derdime; zira kimse anlamıyor beni, yüzümdeki yalnız ifadeyi. Bunca insan arasında yalnızım işte.
Bilet sesine karışan çocuk sesleri ve ona eşlik eden tramvaylar. Sarı saçlı, mavi gözlü Leh delikanlısı tutmuş sevdiği kızın elinden. Yabancılarla karşı karşıya kalmanın verdiği huzursuzluk, içimdeki sessiz hıçkırıkları derinleştiriyor tren ilerledikçe. Yalnızlık kaplamış tramvayı, insanları. Bir insanın gözlerinin içine bakıp gülümsemekle ışıldardı günler, oysa burada birinin gözlerine bakınca bitiyor her şey.
İlerliyordu tren. Boş sokakları, sıra sıra dizili dükkanları arkasında bırakıp ilerliyordu. Herkesin indiğini görünce iniverdim ben de. Koca bir şehrin merkezinden devasalca gökyüzüne yükselen kiliseye baktım inince. Bir de önünde elleri açılmış, merhamet dileyen dilencilere… Bu kadar muhtaç varken sevgiye, şefkate, sığınacak bir eve kilisedeki bu görkem, bu lüksiyet niye…Baktım sessizce, sadece bakakaldım.Güvercinlere yem atan eller, merhamet dileyen gözler, dilenciler, rehberler…
İçime çektim Güneş’i; içime çektim karı, suyu ,kendimi ve göz bebeklerime hapsettim tüm renkleri. Kilise çanının sesini, doğanın müziğini hapsedip ruhuma selam verdim karşımda duran heykele.
Açtım, yalnızdım. Dolandım uzun bir süre. Bu kadar mı tatsız olurdu yemekler, bu kadar mı çirkinleşebilirdi bir yudum su…Kaç mekana girdiysem boğazıma düğümlendi lokmalar, burnumun içi sızladı. Bu özlem… İlk günden bu yalnızlık ve özlem. ‘’Ah ‘’dedim içimden ‘’Nerdesin İstanbul’’…Aldım beremi, atkımı , not defterimi. Bir kez daha anladım Türkiyem , yurdum çok ötedeydi.
Zaman ne de çabuk akıyordu dilini bilmediğim bu ülkede. Çan sesine karışan bu iğrenç döner kokusu nasıl da depreştiriyordu özlemimi böyle.
Bir adam gördüm bankta oturan. Gri, uzun saçlarına karışan sakalları ve iki çift gök mavisi gözleriyle selam verdi bana. Oturdum, yalnızlığıma okyanus olan bu deryada İngilizce biliyordu bu dilenci amca. Uçurum sessizliğinde yankılanıyordu sözleri. Tüm hayatı boyunca bir şeylerin arayışında olmuş. Kimisinden merhamet dilemiş, kimisinden dostluk ve kimisindense sadece bir avuç vicdan. Yaşlı adam deniz mavisi gözlerinden akan yaşlara buluyordu sözlerini, böyle dolduruyordu konuşmasındaki boşlukları.hüzün dolu geçmişinden, umutzuz bugününden cümleler sarf ediyordu kırık dökük. Durakladığı yerlerde yine gözyaşlarıyla dolduruyordu hayatının satır aralarını. Yalnızdı… Onlarca, yüzlerce mavi gözlü, sarı saçlı Lehlinin arasında o da yalnızdı, hem de bir gün değil, senelerce…
Bana sordu hikayemi, buralara hangi rüzgarlarla geldiğimi. Söyleyince Türkiye’yi siliverdi gözlerinden akan yaşları.Başladı Pamukkale’den ,Balıklı Gölden, İmroz’dan söz etmeye. İlk günümün verdiği yorgunluk verdi yerini şaşkınlığa. Benim bilmediğim şeyleri bile biliyordu dilenci amca. ‘’Evlat’’ dedi usulca.’’Ben fakirim,kimsesiz bir yalnızım ama çok kitap okurum. Öyle olmasa umman olur hayatın ve boğulup kaybolursun suların gölgesinde.’’…Aldı eline şişesini, dikti içine.Ve uzaklaştı sessizce.O bir yanda, ben bambaşka bir yan. Dilenci amca da artık ötedeydi. Türkiye, annem, babam çok ötede…
CEVAPLAR
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (87 Puan)
umarim bu yazinin devami vardir.. cok begendim :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Polonya`ya ilk gittiğimde yazmıştım, devamı yok..O ara herkes ötedeydi, çok ötede :) Hoş, şimdi de öyle. Hep yollarda olunca alışmak zorunda kalıyor insan, alıştım mı? Eh işte
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (87 Puan)
insanin alismadigi birseyi göster bana.. yok... ölüm me bile alisiyoruz sevdiklerimizden uzak kalmaya basimiza gelen herseye alisiyoruz. alismayan biri varmi?
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Yok tabi. Zaman ve istek.İstemedikten sonra seneler de geçse alışamaz insan diyesim geliyor. Ölüm en güzel örnek aslında. Hep onu düşünerek güç alırım , ölüm yani hele ki bir insanın annesinin ölmesi...Buna bile alışılıyorsa bitmiştir mevzu...Ama işte.Bazen unutmak da alışmak da istemiyorsun. Ben bu aptal şehre alışmamak için elimden geleni yaptım yapmasına da alıştım yine.Bazen kendime inanamıyorum :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Ben gidiyorums sevgili Goenuel. Tezime odaklanıp, çalışmam lazım.Ruyanehri ve SefihSeyyah yokken de sessiz geçiyor forum. Yarın hafta sonu.Daha dinamik olur belki.Şimdilik hoşçakal,mutlu kal...
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (87 Puan)
ister inan ister inanma, 38 yilda ben nerelere alistim, hic alismam hic yapmam asla olmaz dedigim neler oldu bir bilsen :) hayata birak kendini hayat seni inecegin yerde indirir ;)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (87 Puan)
Allah kolaylik versin, iyi geceler :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Doğru söze ne hacet...Tezi araştırırken kaybettiğim blog sayfamı buldum :)Tezi unutmam lazım şimdilik:)Özelden atıyorum linki
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (246 Puan)
Gurbet kuşları , içimi şisirdiniz yeminle davul gibi oldum kendi ülkemde vatan hasreti çekmeme ramak kaldı sayenizde :)) bir durun yahu !! Ben bilirim sizi Türkiye ye dönünce de yok almanyada böyle Dublin de şöyle anlatır durursunuz kusurlarimizi yüzümüze vurursunuz ne varya kırmızı ışıkta geçmişsek :))
Neyse
Özlem cidden çok güçlü bir duygu ..zamanın içinde asılı kalmış emanet bir ruh gibi hissediyor insan kendini O yüzden Allah yardimciniz olsun
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Ben alistim,ama evet Dublin de şoyle,Galway de böyle derim.Listeye Dublin i de ekle bu arada sevgili nehir
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (87 Puan)
rüyanehri :) ne güzel analiz ettin sen bizleri :) iki kültür icersinde SIKISIP kalmisligin sonucudur senin anlattiklarin. Avrupa ile Türkiyeyi kiyaslamazsak yapamayiz :) huyumuz kurusun :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
:) İçinizi karartım bir ara eğlenceli bir şeyler atayim size :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Bu da 19 lu yaşlarımdan, yazım hataları olabilir, şımarıkça da yazılmış olabilir. Nevermind :)
BİR MASALIN ROMANA DÖNÜŞ HİKAYESİ
Bir masal düşledim, içinde onlarca kahramanı olan. Bir peri masalı düşledim. Pinokyo`nun, Heidi’nin cıvıltılarıyla Alp Dağlarına tırmandığım, Pollyanna gibi sokaklarında yürüdüğüm bir masal…Yalandan uzak bir dünya verdim Pinokyo`ya İtalya sokaklarında…Mozart`ın ruhunu, Angelica` nın kayboluşunu izledim yol boyunca. .Ne Romeolar gördüm,ne Julietler takıldı kalemimin ucuna. Öyle böyle akıp gitti zaman işte ve her doğan günde yeni kahramanlar ekledim Avrupa Masalıma… İsviçre`de altın saçlı Christina ve ailesi, Cenevre de dansıyla bizi büyüleyen Mario, Roma da ise trende tanıştığım Amerikalı gezgin gençler…Ve tabi Venedik dönüşümüzde aynı müziği dinlediğim Carlos. Ülkelerimiz farklıydı elbet. Diller dinlerse apayrı. Ama ortak olan bir şey vardı. Romeo’nun Julliet’ini öpmesi gibi sıcak, dudaklarına dökülen o zehir kadar gerçekçi.Gezgindi hepsi.Aynı ruh vardı herkeste: Evliya Çelebi...
Güzeldi her şey, tıpkı bir rüya gibi.Aşk gibi anlatılması güç,sevgili gibi bırakması zor bir rüya.Gezme,yeni kültürlerle kaynaşma aşkıyla yanıp tutuşan 25 genç Evliya Çelebiden biri olarak ne denli mutlu olduğumu, kaç yaş olgunlaştığımı anlatamam sizlere. Yaşınız on dokuz, beş ay boyunca bir forumda paylaşımlar yapıyor, belirtilen konularda makaleler yazıyor, videolar çekiyorsunuz... Dile kolay... 6500 eser arasından sıyrılıp en güzel hikayelerden birini sunuyorsunuz insanlara ve ödül...British Council`in renkli macerası... ``Hayalimdeki Yolculuk``...
British Council ailesi yazdı bu masalı bizlere ve imza attı altına birbirinden değerli insanlar. Berrak Hanım, Halis, Coşkun ve Murat Hocam ailemizi temsil etti her yerde…15 günlük bir masala yıllarca anılarımızdan silinmeyecek olaylar, arkadaşlıklar sığdırdık. Bir annenin dünyanın neresinde olursa olsun merhametini gördük çocuğuna karşı. Bir zencinin çektiği acı aynıydı o beyaz ellerde. Paris sokaklarını saran o kasvet, o kömür gözlerle ölesiye dalga geçen, polis geliyor diyerek onların korkularını izleyen ergen gençler aynıydı her yerde. Umut dolu gözlerden süzülen ışık,beyaza imrenen gözleri bir Zencimin aynıydı yine.
Ve ,ve bir Tanrı vardı. Kiliselerde ellerimiz açıldı O`na. Başörtülü arkadaşlarımın narin elleri dokundu o mumlara insanlığın iyiliği için dökülen dualar arasında. Aslında ne dinler ne diller engeldi Evliya ruhunu yaşayıp yaşatmaya…
Bir masal düşledim içinde onlarca kahramanı olan. Uzaklara doğru uzanan bağlar kurduğum, kardeşlerimin tahtına oturttuğum yeni kardeşler edindim oralarda…Ecemimi Esramı,’’Bir gün senin gibi bir oğlum olsun’’dediğim Hakan`ı tanıdım. Cihan ve Hasan ağbiye sığındım sıkıştığım, bilgiye susadığım anlarda…Sessiz sinemalarla süsledik saatlerce süren yolculuklarımızı…Az mı sırf tanımak için kaybolmuş numarası yaptık çevremizdeki yabancılara…Bilgi birikimleri, hayat tecrübeleri süsledi kimilerinin bu masalı. Coşkun Aral’dan öğrendim aslında bir masalın romana dönüş hikayesini.Gerçek hayatin,tarihin, inancın ve tecrübenin şakaklarındaki kırışıklığa gizlendiği bir masal gördüm Coskun Ağbinin gözlerinde.Yavrusunu kaybeden bir annenin telaşını görmek hiç de zor değildi Berrak Hanımın gözlerinden. Güzledi her şey…çok güzeldi…Babam gibi ‘’Sibel aç mısın hala. Sana helal vejateryen yemek bulacağım, gelin şöyle dalalım şu sokaklara… ‘’diyen Halis hocam ise bambaşka bir renk kattı bu masala.
Elimde bir poşet,midemdeki bulantıyla aralarına sıkıştığım sokaklarda yanıma gelip doktor tavsiyeleri veren rehberimiz Coşkun Bey de hayran kalmamak elde değildi elbet. Aşkı, sevinci, nezaketi ve memleket özlemini gördüm onun gözlerinde..Büyükada günlerini, köpeği ile adayı turladığı zamanları anlatırken rehberimiz Coşkun bey dalıp gittim Adanın sularına ve yaklaşırken veda zamanı, içime attım onlarca gözyaşını. Nedendir bilmem ama gezmekten ziyade rehberimizden ayrılmak üzmüştü beni. Sırtımı dönüp kendisine, uzaklaştım sessizce günün biride başka bir yerlerde yeniden görüşmeyi dileyerek.
Söyledim ya bir masal düşledim işte.Coşkun Arallı, Berrak Altunlu, Halis ve Murat hocamlı bir masal…Kameramanımız Sinan ve 25 Evliya Çelebinin yıllarca unutamayacağı sevimli bir masal...
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
yalnız vejtryan yemeğin helali nasıl oluyor merak ettim, o zamanlar hiç gelmemişti aklıma :)
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
bu da başka bir tanesi... Rahatça paylaşıyorum çünkü telif hakları British Council`a ait.
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
UÇURTMA KUYRUĞUNDA HAYALLERİM
Az mı kuyruğuna iliştirdim hayallerimi bulutların; geçtikleri ülkelere sürüklesinler beni diye. Her yaşamda ve bulutta biraz da benim gözyaşı tohumlarının meyvesi var.
Küçükken, daha çok küçükken uçurtmalarla yakalardım o bulutları. Sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp oradan oraya zıplayan tavşanım gibi koşuştururdum uçurtmamın peşinden. Yorulduğum anda bırakıverirdim kendimi yemyeşil çayırlara ve dalardım gökyüzüne; bulutlara iliştirdiğim hayallerime…
Şimdi aradan seneler geçti. Yağmurlar yağdı serin haziran akşamlarında, rüzgarlar esti, mevsimler değişti. Ama benim hayallerim hiç değişmedi. Seneler sonra bugün elimde uçurtmam, hayallerimi kovalarken buldum kendimi; sarı sarı yapraklar arasında sonsuza uzanan bir yol içinde…
http://hayalimdekiyolculuk.org/sites/default/files/u241/69447_447679304145_539234145_5099616_7677182_n.jpg
Hayallerimin beni götürdüğü ilk yer İstanbul. Sultan Fatih’in fethettiği, Üstat Yahya Kemal’in gönül verdiği kent…Uçarken semalarda usulca, Orhan Veli’nin ‘’İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı’’adlı şiiri ilişiyor uçurtmamın kuyruğuna; bense dinlemekteyim İstanbul’u yeniden…Onun dediği gibi her şey, kuşlar geçiyor yükseklerden sürü sürü,ağlar çekiliyor dalyanlardan… Ve bir kadının suya değiyor ayakları...
Bulutların beni bıraktığı yer dünyanın en büyük kiliselerinden Sain Antonio`nun bahçesi. İslam dininin hoşgörüye verdiği değer geçerken aklımdan; Büyük Ada’da Ayayorgi Kilisesi, İsa Tepesi şükranlarını sunuyor adeta. Kınalı Ada’ da kardeş gibi yaşayan Rum, Ermeni ve Türkler el sallıyor uzaklardan.Yükünü taşıyan Rum bir teyzenin gökyüzüne süzülen umutları takılıveriyor kuyruğuma. Miskince uyuyan bir kedi ve sarı sarı çiçekler arasından uçuyorum Atina’ya.
Zamana yorgun düşen uçurtmam dalıveriyor içeriye gördüğü ilk kafenin penceresinden. Kulağımda “Saranta Mila Kokkina” şarkısının kemençe sesleri, gözlerim dalıyor uzaklara Trabzon’u ararcasına ve ardından Akropolis’e uzanıyor.
Semalara yelken açan uçurtmam dayanamıyor Atina’nın çiçeklerle süslü bembeyaz evlerine…
Süzülürken gökyüzünde, Kavala Mahallesi’nde bir çatıda olduğumu fark ediyorum. Safranbolu evlerini anımsatan bu yer bir Rum mahallesi. Türk ahşap mimarisinin izlerini takip eden Rumlar bambaşka bir güzellik katmış bu kente. Sürüyor uçurtmam hayallerimin izlerini, daracık sokaklardan geçmekteyim ardı sıra.
Saatlerce süren yolculuk sonunda tekrar semalarda…Nedense biraz hüzünlü bulutlar, dokunsam ağlayacak adeta. Usul usul süzülürken yağmur damlaları bulutlardan Rotanta Camii’nin minaresinde buluyorum kendimi. Ayayorgi ve Ayasofya’nın görkemi gelirken gözlerimin önüne, bambaşka bir manzara şu an karşımda. Rotanta Camii yıkılmaya yüz tutmakta. Ne Hamzabey Cami’si var burada, ne de eski Rotanta…
Hayallerimi kuyruklarına iliştirdiğim bulutlar kayıp gitmekte semalarda özgürce. Masmavi denizler ardından varıyoruz pizzalarıyla ünlü İtalya`ya…II.Abdülhamid’in Lübnan’dan getirttiği sedirlerden ve İstanbul’dan taşıdığı kaleiçi süslemelerden yapılan Vatikan Kilisesi ise şu an tam karşımda… Dönemin papası kilisenin yapımı için yardım istemiş bizden. İtalya’ya uzanan elimiz sayesinde çağdaş Avrupa’nın,çağdaş bir ülkesinde atalarımın adı sergilenmekte. Kilise tavanında “Memalik-i Osmaniye” yazısını görerek uçmaktayım ait olduğum yere, gökyüzüne.
Gökyüzü olabildiğine mavi, hayallerimse olabildiğine geniş. Bulutların uçurtmamı sürüklediği yer bir Katolik Mezarlığı. Bizdeki Eyüp Mezarlığını anımsatan mezar taşlarına aldanarak anavatanımda sanıyorum kendimi. Avusturya’da Türk modasını başlatan HammerPurgstal Müslüman mezar taşı kullanarak, Osmanlı hat sanatını birleştirmiş kendi cennetinde. Hammer’in;
“Ziyaretten murad elbette ki duadır,
Bu gün bana ise yarın sanadır.” diyen sözleri takılıveriyor uçurtmamın kuyruğuna ve ben devam etmekteyim semalardaki yolculuğuma.
Rüzgarda savrulan başak taneleri gibi savrulmaktayım Avrupa semalarında. Kuyruğumda hayallerim, rengarenk ümitlerim uçup gitmekteyim papatya ve çayırlarıyla ünlü İrlanda üzerinden...
Ve geldiğim yer Hollanda.1593 senesinde Hollandalı bir devlet adamı İstanbul’dan getirdiği lale soğanları sayesinde laleyi tanıtmış ülkesine. Şu an dünyanın lale üretim merkezi olan Hollanda şükranlarını sunarak uğurlamakta beni Viyana’ya. Kendimi bulduğum yer Schwetzinger Sarayı’nın bahçesi, bir caminin minaresi. Durup bakmaktayım etrafıma öylece. Bir an için geçmişe sürüklenen ruhum geç kalmıyor Avusturyalıların Osmanlı’ya olan hayranlıklarını kavramakta.Uçurtmam şimdi daha bir mutlu; dans ederek süzülmekte geçmişte.
Viyana Kuşatması sonrasında şehir kapısında büyük miktarda kahve unutmamızla, “Merhaba” diyor Avrupalılar kahve tutkusuna. Seneler sonra Osmanlı elçisi Süleyman Ağa sayesinde Paris soyluları arasında da Türk Kahvesi içme alışkanlığı yayılmakta.
Beethoven’in “Marcia Alla Turka” bestesinden, Rossine’nin “Turco in İtalia” adlı operasından nameler tüm Avrupa semalarını inletmekte adeta.
Bulutların beni sürüklediği bir Avrupa macerasının sonlarına yaklaşmaktayım artık. Kanatlarımda büyük bir onur; kalbimdeyse tarif edilmez bir huzurla gün batımını izlemekteyim suya düşen yağmur damlaları arasında.
Çağdaş bir Avrupa’nın çağdaş ülkelerini gezdim saatlerce.Attığım her adımda kendi kültürümden izler gördüm. Viyana’da Zigetvar Kalesi’ni, Macaristan’da Budin’i, İspanya’da ise Kurtuba Camisi’ni…
Ah geçti hepsi, hem de ne çabuk!...Kurak geçen yazlar gibi şimdi içim. Onca gitmeye hasretim işte.İlk aşk gibiymiş meğer bunca zamandan sonra başladığın yere dönmek. Yeniden, yeniden adı Constantinapol olan şehre; deli dolu bedenimle;ilk kez aşık oluyormuşum gibi gitmeye…
Bugün yeniden başladım hayata. Son kez sevdiğim ve istediğim gibi yaşadım belki de. Ağırlık yapan hiçbir şeyi almadan yanıma,uçtum gökyüzünde özgürce.
Dünyaya hüzünlü bir sonbahar sabahından gözlerini açan bir çiçek gibi “Merhaba” dedim hayallerime, bekleyen günlerime...
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (246 Puan)
Aranızda bu hatunu benden başka kıskanan birileri var mı ya ? :))
lezce user
07.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Kıskanan mı? Sen kendini bu kadar gizemli tutmasan benim de kıskanacak şeylerim çıkacak bir bir :)
Sabah sabah aldığım bir mesajla ruh halim :İlk aşk gibiymiş meğer bunca zamandan sonra başladığın yere dönmek... 7 yıl öncesine döndüm resmen, sevmedim bunu.Alışabilir miyim, alışabilir miyiz dersin?...
lezce user
08.11.2015 01:00:00
Üye (246 Puan)
Gizem bizim işimiz :P inan kiskanacagin hiç bir şey yok hayatımda rahat huzurlu relax bir hayatım var çoğunlukla ...dünya meselelerine takiyorum bazen gelmesine geçmişine sövüyorum evden işe , işten eve arada bir kaç küçük organizasyona ağa işte bu al kıskan bakalım emekli hayatımı :))
lezce user
08.11.2015 01:00:00
Üye (98 Puan)
Cumlelerini kiskanabilirim mesela,konusma tarzini,icin karmakarisikken dışınin gülmesini de... ama şimdi sana anlattigim kadini kiskanmakla mesgulum tepeden tirnağa