Üye
(200 Puan)
|
Mistik Dünya- Bölüm 1:
Lady Tin Tori, o gece yalnız kaldığı kalesinde yeni hazırladığı iksirlerini deniyordu. Yakın dostları Lord Toris ve Lady Gis`in haberci bir güvercinle yolladığı ziyafet davetini kibarca reddetmişti. Perili ormanın küçük güzel varlıkları sadece Leydi Tin Tori`nin duyabileceği şekilde yine en büyüleyici melodileriyle kalenin üzerinde uçuyorlardı. Oldukça düşünceli bir halde olan Lady Tin Tori, İkos şehrinin tam göbeğinde bulunan gizli bir sığınakta her gün araştırmalarına devam ediyordu. İçinden geçerken insanı parmak uçlarına kadar serin bir nehir ferahlamasıyla karşılayan görünmez bir kapıdan girilen sığınak her yıl doğanın, evrenin ve insanların koruyucuları tarafından ziyaret ediliyordu. Ruhani savaşların yaşandığı halkın farklı kesimlerinde, barışı, huzuru ve dinginliği sağlamayı amaçlayan tüm koruyucuların ihtiyacı olan güçler bu sığınakta geliştirilmekteydi. Kötü niyetlilerin bu güçlere ulaşması korkunç sonuçlar doğurabilirdi. İşte Lady Tin Tori`nin içini sıkan en büyük korku buydu. Yaklaşık son on yıldır, sığınağın kontrolü gizli istilacılarca ele geçirilmiş, ışığın ve karanlığın en güçlü, merhametli, adil öncüleri sessizce sürgün edilmişti. Lady Tin Tori bir yandan artık bu sığınağın bir parçası olmak istemiyorken bir yandan da bir gün bir şeyleri değiştirebileceğine inanarak hala söz hakkı sahibi olabilmeye uğraşıyordu.
O gece Lady Tin Tori`nin aklını kurcalayan tek konu bu değildi. Mistik dünyada her büyücü aşk, nefret, hoşgörü, acımasızlık, zeka ya da cesaret nehirlerinde kutsanıyordu. Lady Tin Tori yıllarca aşk kanıyla yaşamış ve kendi felsefesini özümseyerek güçlerinin en uç seviyelerine çıkmayı başarmıştı. Son gönderildiği görevde büyük yaralar alıp güçlerini neredeyse bir daha kullanamaz hale gelen Lady Tin Tori kendini tarafsız mağaraların içine kapatmış, karanlık ve aydınlığın bilinen tüm alimleriyle görüşmüş ve yaralarını iyileştirmeyi başarmıştı. İyileşmeyi başarsada güçleri artık eskisi gibi değildi ve onları kullanmaya korkuyordu. Çocukluğundan beri ona öğretilen ve artık iyi bildiği bir şey varsa oda denge ve kontrolü sağlamadıkça güçlerini kullanmaması gerektiğiydi. Uzun süre kendini çektiği tarafsız mağaralardan çıkınca tekrardan bir nehri seçip kutsanması gerektiğini biliyordu. Artık ne aşkın perileri, ne nefretin hançerleri, ne hoşgörünün erdemi, ne acımasızlığın kapıları, ne zekanın labirentleri nede cesaretin deliliği ona yardım edemezdi yeniden seçmeliydi. İlk seçimi o kadar kolay ve kendiliğinden olmuştu ki , aşk içinden o kadar taşmıştı ki, Lady Tin Tori uzunca bir süre yine içinden taşacak hislerin gelmesini beklemişti. Bu bekleyiş ona o kadar uzun gelmişti ki artık kaybedenlerin tavernasına yerleşip yolu düşen büyücülere geçici öğreticilik yapmayı bile düşünmüştü. Kaybedenler tavernası kaybettiklerini asla geri bulamayan büyücülerin yeniden kutsanmak istemediklerinde hayatlarını geçirmeye karar verdikleri yerdi. Derken bir gece Lady Tin Tori kendi güvercininin getireceği haberleri beklerken, yorgun bir o kadar da asil ve hareketli daha önce görmediği bir güvercin odasının pencerisine bir mektup bıraktığını fark etti. Mektup daha önce adını hiç duymadığı Lady Zeoji`den geliyordu. İlk başta yine kendisini anlamayan ve asla anlayamayacak olan komşu dünyaların büyücülerinden geldiğini sandığı mektubu açıp okumaya başladığı ilk anda Lady Zeoji`nin ne kadar farklı, güçlü ve özel olduğunu anlamıştı. Lady Zeoji`nin keskin bir dili, sivri bir zekası, bitmek bilmeyen bir isyanı, şefkatli bir ruhu ve en güçlü varlıklara bile ister cenneti ister cehennemi yaşatabilecek güçte büyüleri vardı. Gücünü karanlık ruhlardan beslediğine mi yoksa aydınlık varlıklardan aldığına mı dair hiç bir ip ucu yoktu, üstelik hiç bir nehri seçmemiş sanki hepsinde yıkanmış gibiydi. Tüm kelimeleriyle ve hatta kelimeler arası boşluklarıyla, mektubu eline aldığında bile hissettirdiği o güçlü enerjisiyle, Lady Tin Tori, Lady Zeoji`nin büyüsüne çoktan kapılmıştı. Bir birleirne her gün yeni mektuplar yollamaya başlamışlar ve hayatlarına ufak bakışlar atmaya devam etmişlerdi. Lady Zeoji İkos şehrinden çok uzakta Alexus denilen bir şehirde yaşamaktaydı. Mistik dünyanın pek çok sihirli kalyonunun uğrak yeri olan Alexus Lady Zeoji için gerekli tüm ruhani güçlerin gökyüzünde birekebildiği bir şehirdi. İki şehrin büyüsü arasında yılmadan gidip gelen güvercinler her seferinde Lady Tin Tori için yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor gibiydi. Lady Tin Tori için penceresinde beklediği artık tanıdıklaşan o güvercinin getirdiği mektuplar gününün, ruhunun en önemli parçası haline gelmişti. Sadece mektuplar değil , Lady Zeoji`nin bazen sihirli balonlar içinde gönderdiği kendi sesi Lady Tin Tori`nin duymayı istediği, duyamadığı zamanlarda özlediği bir yatıştırıcı haline gelmişti. Henüz göremediği, dokunamadığı, gerçekliğinden emin olamadığı bir ruhu sevdiğini fark etti Lady Tin Tori. Artık Lady Zeoji`nin çemberindeydi, çıkmak istemiyordu ama bir adım daha öteyede gidemiyordu. Ne olmuştu, neden böyle olmuştu, nasıl olmuştu bilmiyordu. Olanın farkında değildi ama olmaya devam etmesini istediğinden emindi. Soğuk su sertliğinde ki açık sözlülüğüne yenik düşüp içindeki hislerin yarattığı rüzgarları anlatmıştı Lady Zeoji`ye, bir şeyler bekler gibi aslında olanın dışında çokta bir şey beklemeden. Yüzünü kırmıştı Lady Tin Tori anlatırken, sanki ilk defa içini açar gibi kızarmıştı. Lady Zeoji çok fazla dünyaya kuruculuk yapmıştı. Birbirinden farklı kimileri iç içe kimileri çok ayrık dünyaların dengesini tutuyordu kendi içinde. Anlatılanlara yapacak bir yorumu yoktu, normalde kendiliğinden işlemesi gereken büyü bir şekilde işleyememişti. Peri tozları uçuşuyordu havada belki ama ne olanı yok etmeye ne de yaşanmayı istenileni vermeye yetiyordu. Belkide o kadar farklı ayrık dünyaların tüm farklı güçlerine inanmak, hepsinin dengesini kurmak Lady Zeoji`yi yoruyordu.
|