Üye
(52 Puan)
|
Yüzler ve kaderimiz:
17 Temmuz 1793`te, Paris`te şimdi adı Concorde Meydanı olan Devrim Meydanı`na giden yollarda büyük bir kalabalık kaynaşıyordu ve o kalabalığın arasında hangi kadere doğru yürüdüğünü bilmeyen İsviçreli genç bir adam vardı.
O gün o saatte orda bulunması tamamen bir tesadüftü.
Adı Adam de Lüks`tü ve eğer o gün orda olmasaydı ne böyle bir acı çekecek ne de biz onun adını bilecektik.
Kalabalık dalgalandı bir an.
Uzaktan bir kağnı gözüktü.
Arabanın içinde, kırmızılar giymiş, parlak kestane rengi saçları ensesinden kesilmiş, biraz uzunca yüzünün solgunluğuyla tam bir tezat teşkil eden iri mağrur gözleri inancının ihtirasıyla parlayan genç bir kadın, elleri arkasından bağlı olarak ayakta duruyordu.
İki gün önce, yakalandığı bir cilt hastalığı yüzünden hayatının büyük bir kısmını su dolu bir küvette geçiren Fransız Devrimi`nin ünlü liderlerinden Marta`yla muhaliflerini ihbar edeceğini söyleyerek buluşmuş ve konuşurken koynundan çıkardığı bıçakla bu hastalıklı devrimciyi küvetinde kalbinden vurup öldürmüştü.
Yirmi dört yaşındaydı.
O sıcak temmuz gününde giyotine götürülüyordu. Biraz sonra gümüşi bıçak inecek ve başını kesecekti.
İsviçreli genç adam Corday`ın yüzünü gördü.
Daha önce onu hiç görmemişti, tanımıyordu, sesini bir kere bile duymamıştı.
Kalabalıklar biraz sonra öldürülecek olan Charlotte Corday`a baktıklarında devrimin liderlerinden birini öldürmüş bir kadını görüyorlardı.
Genç adam diğerlerinin görmediği bir şey gördü. Onun ne gördüğünü hiç kimse bilmiyordu.
Arabanın yanında yürümeye başladı.
Corday`ın gözlerinin bağlanmasını, dizüstü çöktürülüp başının giyotin yuvasına yerleştirilmesini ve bıçağın inişini seyretti.
O kısacık sürede sesini bile duymadığı bir kadına aşık olmuş ve o kadını sonsuza dek kaybetmişti.
Aniden aşık olduğu o kadına kavuşması mümkün değildi.
Genç İsviçreli, iadamı seyrettikten sonra gidip muhafızlara kendisinin devrime karşı olduğunu ve devrimden intikam alacağını söyledi.<br>
Önce tam olarak ne yapmak istediğini kestiremediler, ama o kadar çok bağırıp çağırdı ki, tutuklamak zorunda kaldılar. Mahkemeye çıkardılar.
Mahkemede de devrime olan düşmanlığını dile getirip giyotinle idam edilmek istediğini söyledi; sevdiği kadın gibi ölmek istiyordu; sanki bir an görüp kaybettiği kadına, eğer o kadınla aynı şekilde ölürse kavuşacağına inanıyordu.
Sonunda, biraz istemeye istemeye de olsa onu idama mahkûm ettiler.
Bir sabah, gömleğinin yakasını ve ensesindeki saçlarını kesip bir kağnıya koydular.
Onun arabaya binişine tanıklık etmiş bir tarihçinin yazdığına göre, ölüm arabasına `sevgilisiyle ilk buluşmaya giden bir delikanlı gibi` sevinçle ve arzuyla binmişti.
Giyotine gülümseyerek çıktı.
Bıçak indi.
O genç adam, bir yaz sabahı bir yüze rastlamıştı; o yüz bir şey söylememişti ona ve bu her neyse, bir daha onu duyamayacağını düşünmeye bile tahammül edemediğinden başını istekle giyotine vurdurmuştu.
O yüz onun kaderini değiştirdi.
Hiç yaşanmamış bir aşk, yeryüzünün en büyük ve en unutulmaz aşklarından biri olarak yazıldı insanların o karmaşık tarihine.
Kaderimiz bazen bir başka yüzün ardında saklıdır. Belki de daha önce hiç görmediğimiz bir yüzün ardında. Hepimiz, farkında olmasak da o yüzü ararız. Kaderimizi değiştirecek, ölümü bile bize sevinçli bir buluşma gibi gösterecek o yüzü.
Öyle bir yüz olmadığını düşünürüz, kaderimizin değişeceğine de inanmayız.
Ama yine de bakarız bütün yüzlere.
Aralarından biri bizim aradığımızdır.
Hayatı ve ölümü bize başka bir ışığın altında gösterecek olandır.
Bazıları rastlar o yüze.
Kaderleri değişir.
|