Türkiye Sinemasında Eşcinsellik
Toplumumuzun kapalı olması nedeniyle, 1960 öncesinde erkek veya kadın eşcinselliği üzerine film yapılamamıştır.
Eşcinsel temalı ilk film özelliğini, 1962 yapımlı ‘Ver Elini İstanbul’ taşımakta. Bu filmin yönetmenliğini Aydın Arakon yapmış, senaryosunu ise Ali Kaptanoğlu takma adıyla Attilâ İlhan yazmıştı. Filmde, ilk defa iki kadının (Mualla Kavur ve Leyla Sayar) öpüşmesi yer almakta.
Atıf Yılmaz’ın yönettiği İki Gemi Yanyana’da (1963), Suzan Avcı ve Sevda Nur’dur öpüşen kadınlar. 1965 yılında çekilen Haremde Dört Kadın adlı filmde, Halit Refiğ, harem yaşamına dikkat çekmiş ve Osmanlı yaşamının baskılarından kaynaklanan lezbiyenliği anlatmaya çalışmıştır. Fakat bunu yaparken, cinselliği bir sömürü olarak kullanmamış, gizli kalmış gerçekleri ortaya çıkarma amacı gütmüştür.
Refiğ, kendisiyle yapılan bir röportajda, Haremde Dört Kadın adlı filmiyle ilgili şöyle konuşmaktadır: “Türkiye’nin farklı sosyal yapısını, farklı kültürel özelliklerini, tarihi bir dönem filmi içerisinde göstermek istedim… O tarihe kadar yapılan tarihi filmler, genellikle hamasi eserlerdi. Derinliğin olmadığı biçimsel filmlerdi. Esas itibariyle, Türkiye toplumsal yapısının kendine mahsus özelliklerini, belli bir tarihsel fonun içerisinde, tam da değişim döneminde gerçekleştirdim…”
Lezbiyen ilişkiler, 1974-1979 yılları arasında bir sömürü haline gelmiştir Türkiye sinemasında. Sadece ticari amaçlarla çekilen ve seyirciyi tarik ve tatmin etmekten başka işlevi olmayan seks komedilerine malzeme olan “lezbiyen ilişkiler”de, kadınlar amaçsızca öpüştürülmekte ve seviştirilmektedir.
1979 yılından itibaren lezbiyen ilişkiler üzerine film yapılmaya devam edilmiştir, fakat bu dönem sonrasında, ticari amacın ötesinde, “kadının kadına hayranlık duygusu”nun ön plana çıkarıldığı filmler yapılmaya başlanır. Buna örnek olarak da, Halit Refiğ’in İhtiras Fırtınası (1983) adlı filmini verebiliriz. Aynı erkeği paylaşmalarına rağmen birbirinden kopamayan iki kadını oynayan Gülşen Bubikoğlu ve Zuhal Olcay’ın ilişkileri… Buna benzer bir ilişki, Atıf Yılmaz’ın Dul Bir Kadın (1985) filminde de vardır. Yılmaz, 1992 yılında çektiği Düş Gezginleri’nde de lezbiyen bir ilişkiyi ele almıştır ve bu film, yönetmenin çektiği filmler arasında en marjinal olanıdır. Pornografinin de yer aldığı söylenebilecek olan filmde, Lale Mansur ve Meral Oğuz, çırılçıplak sevişirler.
Erkek eşcinselliği
Kadın eşcinselliği üzerine yapılan ilk filmin yılı 1962 olmasına rağmen, erkek eşcinselliğini ön plana çıkaran filmlerin çekilmesi için 1980 yılını beklemek gerekmiştir. Osman F. Seden’in çektiği Beddua adlı film, bu açıdan bir ilktir. Başroldeki Bülent Ersoy, cinsiyet değiştirmeden önce yer aldığı bu filmde, çocukluğunda tecavüze uğrayan, eşcinsel bir şarkıcıyı oynar. Orada yansıtılan imaj, eşcinsellerin makyajlı ve kürklü olduğudur. Ne kadın ne de erkek olduklarıdır altı çizilen… Bu açıdan da Beddua’nın, eşcinselliğe bakışı itibariyle, realist bir duruş taşımadığı ortadadır.
Kadir İnanır’ı, pasif eşcinsel olan oğlunu affeden ceza avukatı rolünde izlediğimiz Eser Zorlu imzalı Acılar Paylaşılmaz (1989) filmi de, eşcinselliği geçmişte yaşanan mutsuz günlere, babasız geçen yıllara bağlar. Yani, bu film de olayın derinine inmeyen, yüzeysel olarak eşcinselliğin nedenini “mutsuz aile tablosu”na dayayan bir filmdir.
Lezbiyen temalı filmlerde de görüldüğü gibi, erkek eşcinselliğini ele alan filmlerde de bir grafik var. Bu grafik, önceleri yüzeysel kalan, sonraları irdeleyen bir haldedir. 1993 yılına geldiğimizde, Atıl Yılmaz’ın Gece, Melek ve Bizim Çocuklar filmindeki cesur yaklaşımıyla karşı karşıya geliyoruz. Eşcinsellik bir yan temadır filmde, ama yine de kulamparalık, fahişelik gibi konuları ele almasıyla ön plana çıkmaktadır.
Erkek eşcinselliği her zaman tepki çektiği için, bu konuyu işlemek kolay olmamıştır ve nitekim de çekilen filmler sürekli birilerinin eleştirilerine maruz kalmışlardır. Mustafa Altıoklar’ın yönettiği İstanbul Kanatlarımın Altında (1996) ve Ferzan Özpetek’in yönettiği Hamam (1997) filmi de tepki çeken filmlerdendir. Mustafa Altıoklar’ın Ağır Roman’ı (1997), Kutluğ Ataman’ın Lola ve Bilidikid’i, İki Genç Kız’ı, örnek olarak verilebilecek diğer eşcinsel temalı filmlerdir.
İzleyicinin gözünde, güldüren ya da arkadan vuran olmuştur eşcinseller. Buna verilebilecek en somut örnek de, Nuri Alço’lu filmlerde, eşcinsel rolünde izlediğimiz Şemsi İnkaya’dır. Genellikle, kadınları tuzağa düşüren, tiksindirici bir roldedir İnkaya ve eşcinsellerin böyle algılanmasına neden olmuştur bu karakter. Filmlerdeki yan rollerin özensizce seçilmesinden kaynaklanan bu imaj, ancak eşcinselliği cesur bakışlarla işleyen filmlerle değişmeye başlamıştır.
Eşcinsellik, bugüne kadar birçok kez dalga geçilecek malzeme olarak görülmüştür. Bu yüzdendir ki, Agâh Özgüç, “100 Filmde Başlangıcından Günümüze Türk Sineması” adlı kitabında, ancak iki adet eşcinsellikle bağlantılı olan filme yer verebilmiştir. Bu filmlerden biri Haremde Dört Kadın, öteki ise, Canan Gerede’nin yönettiği Robert'in Filmi (1990) adlı, eşcinsellik, travestilik gibi konuları derinlemesine işleyen bir filmdir. Yüz filmin içinde sadece bu iki filmin yer alması, sinemamızda da bir heteroseksizm olduğunun göstergesidir.
kaynak: toplumdusmani.net
|