Kimileri ezelden beri, varoluşun kalıplaşmış yükünde, kimileri ise anlaşılamayan olmanın karmaşasında kaybolur. Bu kayboluşunda, insan yaşamı bir yaprak gibi oradan oraya savrulurken, o yaprağa, 'yağan yağmurlardan can bulmadın mı?'sorusunu soran, asla olmaz. Elde derbeder olmuş yaşamlar kalır ve keşkeleri sayıklarken ömürler geçer... Eşcinsel olmak ya da olmamak arasındaki fark nedir? İlerideki yazılarımda bunu zaman zaman birçok farklı açıdan inceleyecek ve belki de hiç bakmadığımız ya da göremediğimiz nedenlerimizi, hatta farklı fikirleri de ele alacağız. Ama şimdi en hassas, hemen hemen hepimizin yüreğinin en derinlerinde bulunan, o rengarenk ama kanatılmış tabloyu biraz çizerek ve biraz da sorgulayarak başlayalım istiyorum. Yaşamımızda attığımız her adımda duygularımızın payı varken, eşleşmede tıkanıyor daha da doğrusu tıkandırılıyor olmamızda adaleti bulmak imkansız. Bu adaletsizlik başlı başına bir savaş ve aslında aynı olan bir diğerini, bencilce yok etme çabasıdır.
Örneğin, çiçek almak için alış verişe çıktığımızda, özgürce seçim yapmak isteriz, değil mi? Önceliği duygularımızın yansıması olan, doğru mesajı verebilecek bir çiçeği dilediğimizce seçebilecek ve bu seçimimiz bize mutluluk verecekken, eğer seçim şansımız yoksa ve durumun gereği olarak herhangi bir çiçek almak ve o mutlulukla yetinmek zorunda kalmışsak, bir stresle alış verişimizi tamamlarız. İki durum arasında tehklikeli bir fark vardır; birinde özgüvenimizi bulurken diğerinde ise kaybederiz... Bu aslında çok etkili ama basit gibi görünen örneği hayal edelim ve sonrasında çıkabilecek sonucu biraz düşünelim.. Böylesine basit bir olayın insan psikolojisini nasıl olumsuz etkilediğinden yola çıkarsak, cinsel ve duygusal tercihlerimizdeki 'seçimsizlik' baskısının bize neler yapabileceğini hayal bile edemiyorum. ( Tercihler olarak adlandırmak, bir diğerini kabul etmede çakışanlara en kibar cevap olsa gerek ) O berbat çöküşle, o iki yüzlü med-cezir hayat, kabul etmenin kaçınılmazlığı ile karşınıza dikiliverir. Var olmayı mı, yok olmayı mı, yoksa var ama yok gibi olmayı mı tercih edersiniz? Bu yaşamlar bizlere ait ise, eşleşmede özgür tercihlerle hareket edebilmemizden daha adil bir durum düşünemiyorum. Ötekileştirilmemek taraftarıyım ve elbette ötekileştirmemek..
Mutluluğu yakaladığımız sevgiliyle kuytu köşelerde aşk yaşamak ne zordur hepimiz biliyoruz. Yargılanmak ve ötekileştirilmek korkusu nefeslerimizi keser. Yakın çevreyle paylaşma istediğimiz sürekli törpülenir ya da ertelenerek sadece hayalleriyle yetinilir. Bunca yorgunluğun verdiği karmaşa da cabası! Ve psikolojik yıkıntıları da getirip beraberinde, bizi alır bir köşeye atar. Dile gelemeyenler, hayata adapte edilememiş bastırılmış duygular içimizde birikir ve o tüy hafifliğindeki kişisel tercihlerimiz, omuzlarımızda öyle bir yük olur ki taşımak olanaksızlaşır. Sonrasıysa, bir çoklarımız için kaybolmuş kişilikler ve yaşamlar.. Bizler bu yaşamları haketmemişken ve adaletsizce savrulurken, insani içgüdülerimiz üzerimizde kurdukları baskılarla, doğru yolu gösterir edası katılmış sinsi yaşamlarıyla, mutluluk oyunları oynayanları ve bizleri yargılayanları ister, istemez etik açıdan bertaraf ediyorum. Altını ayrıştırdığımızda elimizde kalan nur ise, bedenden öte var olan ve var eden de nurdur.. Peki neden bedenlerde, bilimin kabul edilmiş tezlerini görmezden gelerek, üstelik insanın düşünebilme yetisini de hiçe sayan, ezberlenmiş, taraflı ve batıl dünyalarda sıkışıp kalıyoruz? Bunları ülke olarak aşmayı, önce bizlerin kendimizi doğru ifade edebilmemizle başarabiliriz. Herhangi birşey olmak ya da olmamak arasındaki farkı önce bireyler olarak algılarsak, sonrasında anlatabiliriz.
Sayın Lezce üyeleri; bizler hep vardık, bundan sonra da olacağız. Öteki olmayı kabul etmiyoruz, asla etmeyeceğiz. Susmadan, yorulmadan ve en önemlisi de ödün vermeden, toplumda yerlerimizi almaya devam edeceğiz...
|