Merhaba,
Son zamanlarda “huzur istiyorum artık, anlaşılmak istiyorum, egoları olmayan kibar birini istiyorum,…” vs. cümlelerle yakınışlar duyuyorum çoğu arkadaşımdan. Yine böyle bir muhabbetin sonunda kendime ve karşımdaki arkadaşıma şunu sorarken buldum kendimi: “Herkes aynı şeyleri düşünüyor ve herkes aynı şeyi (huzuru, aşkı, anlaşılmayı) istiyorken neden herkes çabalamıyor ya da ‘farklı’ davranıyor?” Cevaplar çoktu aslında…
(çoğunuzun “sağlam bir ilişkin var, aşık olduğun seni seven bir sevdiceğin var, tuzun kuru tabi konuşuyorsun” dediğinizi duyuyorum kızlar. Ama sevdiceğime gelene kadar onlarca kadınla aynı sorunları, acıları, tecrübeleri yaşayarak geldim ben de bugüne… Üçüncü bir göz olarak ilişkilerimize bakmak istedim. Sadece benim bakış açım olup hiçbir kişi ve kişilere ilişkilendirilmemesi rica olunur. Bahsedeceklerim tamamen yaşanmış, duyulmuş ve görülmüş olaylardır. Tamamen Parmak Kadın’ın bakış açısı, düşünceleri ve görüşleridir. Gülen surat.)
1) Aşkı Hızlı Bulma Çabaları:
Sosyal medyada tanışıyoruz ya da lezcede, brendada vs’de...
- slm, nbr?
- ii senden nbr?
-nereden? Yaş kaç? A mısın P misin?
…diye bodoslama bir tanışmadan tiksindiğim kadar başka bir şeyden tiksinmedim. Bu sohbet odalarından çıkma girişlerden hiç haz almadım alanı da hâlâ tanımadım. Karşındakini tanımak bu kadar sıradan ve sığ başlamamalı, ilerde çocuğumuz “annemle nasıl tanıştınız?” dediğinde “annen bana ‘nbr?’ dedi ben ona ‘ii’ dedim ve büyük aşkımız böyle başladı evladım!” mı diyeceğiz? Bu bakış açıma romantik bakmayınız! Anlatmaya çalıştığım harflerine bile eksik başladığımız bir aşk, bu soğuk ve sade sorularla nasıl alevlenir ve bir ilişkiye doğru gidebilir? (becerebilen varsa alnından öpüyorum). Bir kere biz kadınız ya! Doğa üstündeki ruhu en ince, duygusal ve tatlı varlıklarız. Bizim aşka bakışımız bu kadar sanal değil sanatsal olmalı! Heteroseksist düzenin kadına yaklaşımını ‘kopyala-yapıştır’ yapıp karşımızdaki kadına dayadığımızda, burun kıvırdığımız abaza heriflerden ne farkımız kalır? Size şair olun demiyorum, sadece biraz daha naif yaklaşın diyorum.
Mekanlarda da tanışıyoruz tabiki…
- merhaba yalnız mısın?
- evet?
- beraber takılalım mı bu gece?
- ee.. şey…
-boş musun bu gece? Benim evde devam edelim mi eğlenceye?
… böyle muhabbetlerle gelenleri hep, “kesin sarhoş” diyerek, kadına bu kabalığı yakıştıramadım hiçbir zaman bilinçaltımda… ‘Aşk’ı geçtim sadece sevişmek, tensel bir şeyler de yaşamak isteyebilir insan. Eyvallah! Ama bunun da bir adabı, sıcak bir yaklaşım tarzı olmamalı mı? İçmişim, kafam güzel,
dünya güzel, ben güzelim.. geliyor biri “ımm ne güzel dans ediyorsun?” Tak eli belimde, dudaklar boynumda! Ya bir yavaş gel, tut elimi bir dans et benimle, yorulmuşsundur diye bi soğuk su getir, bi sesini duysun kulaklarım, sonra yine öp beni be yavrum… Ama yok insanların özel alanlarına girmede engellilerin park yerine girmedeki kadar rahatız.
Bir şekilde muhabbete başlanıp telefonların alındığı da oluyor.
- iyi akşamlar, napıyosun bakalım?
-arkadaşlarımla bir bardayım. Sen?
-bar mı? Ne barı? Neden haber vermedin?... vs.
-hınnggg diye kalırız.
İki muhabbet ettik, telefonumu aldın ya hemen sahip olabilirsin bana değil mi? Bu nasıl bir cürret ya da nasıl bir sahiplenme duygusu çözebilmiş değilim. Sadece telefon vermeyle başlanan, ardından sahiplenilen ve garip şekilde kıskançlık sergileme nasıl bir ruh hali? Birini sahiplenmek hatta bu kadar kısa sürede (yüzünü dahi görmeden) kıskanabilmek aşkları bozuk para gibi harcadığımızın kanıtı… Sanırım zamanlama sonumuz var. Adabın yollarını başlattığımız hızlılıkta, eritiyoruz kendi ellerimizle!
2) İlişkiyi Kendimize Göre Yaşama Çabaları:
Tanışma evresi sağlam bir şekilde tamamlandıktan sonra ilişkimiz başlıyor tabi… El bebek gül bebek, öp bebek, bebeğim, bebek, bebe derken beeeğğhh diye egolarımız çıkıveriyor ortaya!
-neden o telefona cevap verilmiyor?
-o arkadaşını gözüm tutmadı görüşme!
-o bikiniyi asla giyemezsin!
-o dekolte ne? O memeler sahipsizmiş gibi neden başıboydak?
-bigudiye yalnız ya da arkadaşlarınla mı gideceksin?
-eski sevgiliden nasıl arkadaş olur lan(!)?.... vs. aklıma gelmeyen bir dünya boş soru!
Bir kere biri bana böyle şeyler söylüyorsa o kişinin ya büyük bir özgüven sorunu vardır ya da kısıtladığı şeyleri çatır çatır kendi yapıyordur. Bunu çok iyi deneyimleyip söylediğime inanabilirsiniz. Önce kendinizi sever ve kendinize güvenirseniz sevgilinizi çıplaklar kampına yalnız bile gönderebilirsiniz. Size “önüne bak sağa sola bakma!” diyorsa biri bilin ki gözleri ferfecir okuyordur, bu saçma tepkileri ondandır.
Aşk, güven değil de nedir? “Aşk” dediğim kadına güvenmeyeceksem arkadaşım olan kadından o aşkın ne farkı kalır? Bir de şu var: bu aşırı sahiplenme duygusu karakterinizin özelliği olabilir ya da sıkı bir butch olabilirsiniz. Ama bunu neden ‘İbrahim Tatlıses’ rol modelinde yapıyorsunuz? Dişi olmak “yumuşak olmak” göründüğünden böyle algı ve durum içerisine girilinebilinir. Profillerinde “butchlar yazmasın” demek nasıl bir tercihse butch’lığı yaşamak da bir tercih ve zenginliktir unutmamak gerek. Ancak illa erkek rol model alınacaksa Rutkay Aziz, Müşfik Kenter gibi rol model alabileceğiniz kibar adamlar da var! Neden gördüğüm butchların ya da maskulenlerin geneli bana itici, tipik Türk erkeği modelini hatırlatıyor? Neden onların davranışlarını kendilerine kopyala-yapıştır
yapıp ruhlarına giyiniyorlar? (tanıdığım çok sağlam butch ve maskulen arkadaşlarımı tenzih ederim ya da sizleri). Bazen anlatılan kıskançlık hikayelerini ve entrikaları kadın-erkek ilişkilerinde görmek mümkün değil! Hani bizim düşünceli, naif, kadın ruhumuz? Aşk neden kalıplarda yaşanır bu kadar engin bir duyguyken? Karşımızdakiyle sevişince neden onun telefonunu sormadan kurcalıyoruz? Neden facebook, lezce, mail şifrelerini bilmemiz gerekiyor? Yatağımıza en önemlisi kalbimize aldığımız kadının özel hayatı da mı bize ait oluyor? İki aşık tek vücutta aşkı yaşayabilir ama ayrı ayrı ruhlarımız olduğunu neden unutuyoruz?
Bazen uzun zamandır lezcede olmayan bir arkadaşı yeniden görünce “hayırdır nerelerdeydin?” diyorum ve cevap şok edici: “sevgilim vardı ya, yeni ayrıldık!” Nasıl dumur olduğumu anlatamam. Bunun nasıl bir açıklaması olur diye sevdiceğime sordum: “ biz burda durarak hata mı ediyoruz yoksa bizimki mi ilişki değil?” Sevdiceğim yine o bilge gülüşüyle “özgüven problemi! Egolarını kontrol edemeyen insanlar birbirlerinin özgürlüklerini kısıtlar!” dedi. Haklıydı…
3) Ayrıl(ama)ma Çabaları:
Bal ayları, tatlı sevişmeler, koklaşmalar zamanla biter. Aşk düşe kalka devam eder. Günde 5 kez küsülüp barışılınır bir de… Bu gibi durumlarda kimse karşısındakine “git” deme cesaretini bulamaz ve karşı tarafın gitmesi için bütün soğutma çabalarını bir dondurucudan daha iyi sergiler. “Slm, nbr?” gibi eksik harflerle başlayan bir aşktan sağlam bir ayrılma beklenemez. Oysa ki ne der şair “ayrılıklar da sevdaya dahil…” Aşk gibi ayrılıkların tadı da büyük bir zevkle kaçırılır. Ayrılamadan başka kadına aşık olunur. Kocaman, ayarsız yalanlar söylenir ama yine de “git!” denmez. Yapılan ayıpların vicdanıdır “git” diyememenin sebebi… Soranlara “o gitti” derken vicdani rahatlamanın gösterilmek istenilmesidir. Söylenen yalanların mumu yatsıya kadar çıkmasa bile küçücük bir alem olduğumuzdan birkaç yatsıdan sonra arkadaşlardan duyulur. Duyulmasa bile kadınlığın verdiği o garip hisle dokunduğunuz tende başka ellerin gezindiğini, çarptığınız ruhun başka ruhlarla çarpıştığını çoğu kez çoğu kadın anlar. Hatta “o kadın”ı bulur, kavgalar, gürültüler, kırılmalar ve kopuşlar sırasıyla gelir.
Bir de film senaryolarını aratmayan durumlar var. “Leyla biz seninle bir ilişkiye başladık, çok iyi bir insansın, sevişmelerimiz de inanılmazdı ama benim kafam karışık!” Leyla sinirle dağları delebilir haliyle… Bir de duyar ki hatun eski sevgilisinin kollarına çoktan atlamıştır. “be hey vicdansız!” diye başlayan bol salya sümüklü günler Leyla’nındır artık. Bu durumun açıklamasını dahi bulamıyorum inanın. “kafana, karışıklığına tüküreyim!” diyorum tüm Leylalar adına!
3 madde de verdiğim örnekler aklıma ilk gelen durumlar. Eminim ki daha birçok şekli var bu yaşananların… Çoğunuz “ben asla bunları yapmadım” diyebilir. Anlattıklarım istisnai durumlar da olabilir. Ama tamamen gerçek olduğunu ve kendimizde yaşamasak bile etraftaki ilişkilerde yaşandığını en azından bir kere duyduğumuzu ve gördüğümüzü biliyorum. “Biz eşcinseliz, farklıyız” diye de toplumdan kendimizi soyutlayamayacağımızı bilmeliyiz ayrıca. Toplumda bulunun tüm renkler bizim içimizde de var elbetteki. Fakat toplumdaki itici renkleri (davranışları, rol modelleri, tercihleri) bizim dünyamıza biraz daha akıllıca ve yumuşatarak alabiliriz.
Karşımızdakinin kadın olduğunu unutmanın heteroseksüel erkeklerin işi sanırdım. Ama bunu biz de zaman zaman unutuyoruz ne yazık ki. Kadına yaklaşırken “birer Sappho olun” demiyorum, haddime de değil biliyorum. Sadece biraz daha egolarınızı bir kenara bırakın, size yapılmasını istemediğiniz şeyi karşınızdakine yapmayın ve biraz daha kibar olun… Emir ekleri kullandığımın farkındayım ama anlatmaya çalıştığım dikkatimi çekenleri bana batanları görmeniz sadece. Yoga ve reiki gibi inanışlarla uğraşanlar ne der? “Evrene ne verirsek, evren bize onu verir!” Yoga ve reiki yapmadan da bunu yapabileceğimize inanıyorum.
“Unutmayın! Aşk, birbirinizi özgürleştirdikçe aşktır!” diyen bir Parmak Kadın sözüyle hepinizi selamlıyor ve bu yeni yılın hepimize kısıtlanan özgürlüklerimize inat özgür aşklar getirmesini diliyorum.
Ferah Kalın.
|