Merhaba,
Bu ``merhaba``m biraz farklı çünkü Avrupa`dan size ilk seslenişim!
Kısa bir özet geçeyim; biliyorsunuz ki geçen sene bu zamanlar sevdiceğimle evlenmiştik. Bir yıllık bir çabadan sonra da taşınmayı başardık.
Takdir edersiniz ki çok yoğun ve çok da kolay olmayan bir süreçti bu. İlk önce bütün istenilen evrakları tamamlayıp geçici oturum için konsolosluğa başvurduk, bir önceki yazımda bahsettiğim, görevlinin ahiret soruları sorduğu görüşmeden yaklaşık bir ay sonra ``3 aylık geçici oturum izni``ni aldım. Bunu buraya geldikten sonra uzattık ve 3 yıllık oturum iznini aldık. Bu süre eşiniz Türk vatandaşı olduğunda ya bir yıl ya da 2 yıl olabiliyor.
Nikah burada olduğundan Türkiye`deki arkadaşlarımızın çoğu gelememişti. O yüzden hem veda partisi hem de düğün gibi olsun diye bir parti düzenledik. Sağ olsunlar dostlarımız bizi yalnız bırakmadı ve deliler gibi eğlendiğimiz bir parti oldu. Vedanın burukluğunu delirircesine dans ederek hafiflettik yüreğimizden.
Ve büyük gün geldi. Havalimanında uçağı beklerken hâlâ yaptıklarımıza, yaşadıklarımıza inanamıyorduk. Tarih yaklaştıkça ``ıyyyy`` diye titreyip heyecandan birbirine sarılan biz, birazdan yeni yeni hayatımıza uçacağımıza inanamıyorduk. Sevdiceğim elimi tutup ``her şey güzel olacak`` dedi, `` ya olmazsa?`` dedim. ``Olmazsa, İstanbul bizi kovmadı ya, döner geliriz ama beraber olduğumuzda güzel olmayan şey gördük mü biz? Hı? Söyle bakalım`` dedi. Sarıldım ona. Doğru demişti, en büyük gücümüz, cesaretimiz ve beraberliğimizdi bizim!
Geldikten sonra yaklaşık 1 ay boyunca eşimin abisinde kaldık. Çünkü burada cebinizde 1 milyon dahi olsa işiniz yoksa ev kiralamanız çok zor. Sebebiyse, evlerin yüzde 90’ının devlete ya da özel şirketlere ait olması. O şirketlere kayıt oluyorsunuz ve sizin bütçenize uygun bir ev boşaldığında sizi arıyorlar. Tabiki şahsa ait evler de var fakat pahalı oluyor ya da bulması çok zor olabiliyor.
Bu 1 ay zarfında eşim bir yandan iş ararken bir yandan da ikametgah evraklarımızla uğraştı. Bana da bir dil kursu bulduk. Eşim burada doğup büyüdüğünden iş bulma konusunda sıkıntı çekmedi. İşe girdiğinin ertesi günü, iş yerinden aldığı evraklarla ev şirketine gidip birkaç gün öncesinden gösterdikleri tatlı bir daireyi kiraladık. Sanki her şey planlanmış gibi ard arda olmuştu. Şirket, evi tadilattan geçireceğinden iki hafta beklememiz gerekiyordu. Bu süre zarfında ufak tefek eşyalarımızı almaya başladık. Ancak çok paramız yoktu ve bu nedenle her şeyi 2. el aldık. Eşimin eski arkadaşları fazla olan eşyalarını da bize hediye etti. Eşim ve ben 2. el eşyaları ezelden beri sevdiğimiz için bu bizim için muhteşem bir duyguydu. 2. el eşya konusunda burası Türkiye`den çok farklı bu yüzden çok az bir parayla evimizi dayadık döşedik. Her şey 2. el olduğundan, her bir eşyayı farklı yerlerden aldığımızdan, sanırım hayatımızın toplam taşınma yorgunluğunu bu evde harcadık. Eşimin 2-3 eski arkadaşının dışında pek tanıdığımız yok burada. Her eşyayı da denk geldikçe aldığımızdan hepsini sadece ben ve eşim taşıdık. İnanılmaz zordu! Hiç unutmuyorum taşındığımızın 2. günüydü, bir baktım sevdiceğim ağlıyor, başladım ben de ağlamaya! ``Sen de yorgunluktan ağlıyorsun değil mi?`` dedi. Aynen öyleydi, hayatımda ilk defa eşya taşımaktan kollarım şişti yahu! Taşınmayı asıl zorlaştıran o işe ben kursa gidiyordum, eve gelip bir iki lokma yiyip hemen temizliğe girişiyorduk. Saat 21.00`den sonra da ses yasak olduğu için neredeyse iki haftada yerleşebildik. O anlarda hep; `` Hey gidi Türkiye, bu taşınma orda olsa bir günde biterdi! Sabah ezanında bile matkapla duvar delebilirdik!!`` diye iç geçirdim. Matkap demişken, duvar delmede, dolap söküp kurmada da ustalaştığımı bilmenizi isterim. Eşimle `` bizden iyi butch olurmuş ha!`` demedik desem yalan olur! Duvarına `` butchlar yazmasın diyenler`` ileriyi düşüp kendine gelsinler! Neyse sinirlenince konuyu dağıttım bak, çok yorulmamızın karşılığını her noktasında emeğimizin olduğu sıcacık bir yuvamız olduğunu görünce almış olduk.
Sizlerden en çok gelen sorulardan biri de şuydu: `` Eşcinsel bir çift olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?`` Bu konuya da değinmek istiyorum. Neredeyse geleli 4 ay olmak üzere ve bu süre zarfında ne devlet dairelerinde ne de sosyal hayatımızda bir ayrımcılığa maruz kalmadık. Düşünsene ey okur, Türkiyede ki ikametgahımı buraya almaya gittiğimizde, bizdeki muhtar mevkisindeki memur trans bir erkekti. Toplumda lgbtt bireyleri her alanda görmek insanın ruhunu öyle okşuyor ki... Sınıfta herkes bir kadınla evli olduğumu biliyor, hatta çoğu Asya ülkelerinden gelen müslüman ya da koyu katolik olmasına rağmen herhangi bir tepkiyle karşılaşmadım. Bir gün Nijeryalı bir arkadaş, o bildik meraklı sorulardan birini sordu: ``Hiç bir erkekle beraber oldun mu?`` Derin bir nefes aldım ve `` peki sen hiç bir erkekle beraber oldun mu?`` dedim. Cevabını çok net aldı.
İnsanların çoğu ne ırkınıza ne de cinsiyetinize bakıyorlar burada. Önemli olan insan olmanız( tabiki istisnai örnekler vardır. Faşizm her ırkta ve her ülkede mevcut ne yazık ki ama en azından buralarda azınlıktalar).
Kursa gelince, artık çat pat da olsa derdimi anlatabiliyorum. Eşim olmadan bir yerlere gidip gezebiliyor, alışveriş yapabiliyor ve yolumu kaybettiğimde hemen yardım isteyebiliyorum. A2 seviyesinin son aşamasındayım. B1 bittiğinde çalışmaya başlayabilecekmişim.
Hayatının 23 yılını Anadolu`nun küçük bir şehrinde, 4 yılını İstanbul`un her iki yakasında yaşayan ben Avrupa`da gündelik yaşamda zorluk çekmedim desem yalan olur. Hâlâ kaldırımdan yola indiğimde arabaların zınk diye durmasına şaşırıp onlara yol veriyorum. Bir İstanbul alışkanlığı tabi kolay gitmiyor insandan. Tanımadığım insanların yanımdan geçerken selam vermesi, insanların sürekli birbirlerine teşekkür ve rica etmesine yeni yeni alışmaktayım. En zorlandığımsa; çöpler! Kağıt, plastik, doğal atık ve cam şişeler olarak ayırdığınız çöpleri ayrı ayrı çöp kutularına atmak zorundasınız. İstanbul`da olsa ne varsa çöpe at, caddenin kenarına bırak ve gir evine. Ne büyük zevkmiş kardeşim!
Ama en büyük zevke gelince; hava güzel olduğunda kursa bisikletle gelip gidiyorum. Hem paramızı idareli kullanmış oluyorum hem de spor yapmış oluyorum. Her cadde de her sokakta bisiklet yolu olması bu zevki kat be kat arttırıyor.
Henüz taşınma, kurs ve iş yoğunluğundan eğlemeye vakit bulamadık. Ancak önümüzdeki günlerde lgbt mekanlara gidip gözlemlerimi sizinle paylaşacağım.
Bebek muhabbetine gelince bunun için biraz burada hayata tutunmamız gerekecek. Bununla ilgili araştırmalara başladığımızda yine sizlerle paylaşacağım. Yani hep beraber biraz daha sabredeceğiz.
Bakalım yeni ülkemizde, yeni evimizde kısacası yeni hayatımızda sevdiceğimle beni neler bekliyor? İkimiz de bunu çok merak ediyoruz. Umarım zorluklara rağmen birbirimize dayanarak üstesinden geldiğimiz yeni hayatımızda güzellikler hep devam eder. Bu süreçte yanımızda olan tüm dostlarıma ve sizlere yeniden çok teşekkür ediyorum. Tabiki en büyük teşekkürü de sevdiceğime etmeliyim. Kalbimi sarmaktaki güçlülüğünü hayatımı da sarmakta da gösterdiğin için sana sonsuz minnettarım bebeğim!
Hepinize gurbet ellerden kocaman selamlar ve sevgiler!
Ferah kalın!
Not: Daha önceki yazılarımda bahsettiğim; “Bent”, “80`lerde Lubunya Olmak” ve “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” adlı tiyatro oyunlarının bu sezonda yeni gösterimleri başladı. Hatta Mekan Artı tiyatrosunda “90`larda Lubunya Olmak” diye yeni bir oyun da gösterime girdi. Vaktiniz oldukça gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Gösterim bilgilerini internetten kolaylıkla bulabilirsiniz. Tiyatro candır sevgili okur ne olur desteğini esirgeme!
|