1982 yılında Bitlis’in Budaklı köyünde, yörenin en büyük aşiretlerinden birine bağlı ailenin kızı olarak gözlerini dünyaya açtı.
21 yaşına geldiğinde aynı zamanda halasının kızıyla evli olan teyzesinin oğlunun tecavüzüne uğrayıp hamile kaldı.
Karnındaki şişliği gizlemeye çalışsa da ailesi durumu kısa sürede fark etti. Aile meclisinde sorgulanan genç kız, çocuğunun babasının teyze oğlu olduğunu söyledi. Tecavüzü önce reddeden teyze oğlunun, bir süre sonra durumu kabullenmesi ile konu aşiret büyüklerine anlatıldı. Aşiretin kararı, teyze oğlunun genç kızı kuma olarak alıp köyü terk etmesi yönünde oldu. Genç kız bunu istemeyince, teyze oğlu köyden kaçarak izini kaybettirdi, kendisi ise İstanbul Fatih`te yaşayan amcasının yanına gönderildi.
Bir süre İstanbul`da yaşayan genç kadın, ölümünden 6 ay önce öldürülmek istendiğinde 6 aylık hamileydi. Bitlis`ten gelen abisi kardeşine ip vererek kendisini asmasını istedi ve odadan çıktı. Genç kadın pencereden atlayarak kaçtı. Polise sığınarak, öldürülmekten korktuğunu söyledi. Polis tarafından karakola getirilen amca ve abisi kadını öldürmeyecekleri yönünde söz(!) vermesine rağmen can korkusu yaşadığı için ailesinin yanına dönmek istemedi. Bitlis`te uzun süre imamlık yapan ve köyden tanıdığı arkadaşının babasının yanına gitmek istedi. İsteği olumlu karşılanınca Küçükçekmece`de yaşayan yaşlı adamın yanına yerleşen genç kadın, 1 Aralık 2003 günü `Umut` adını verdiği bir erkek bebek dünyaya getirdi. Çocuğunun doğduğu kendisine haber verilen babası bebeği istemeyip cami avlusuna bırakın deyince, bebeğinin öldürülmesinden korkan annesi, çok sevdiği yavrusunu, sadece 15 gün baktıktan sonra evlatlık vermek zorunda kaldı.
Aradan 3 ay geçtikten sonra Şubat 2004 sonunda, hakkında aşiretin ölüm kararı çıktı.
Genç kadının babası, Şubat ayında İstanbul`a kızının kaldığı eve geldi. Kızının yüzüne bile bakmadan 2 gün sonra döndü. 25 Şubat`ta da ağabeyi İstanbul`a geldi ve genç kadını Bursa`daki teyzelerine götüreceğini söyledi. 1 Mart 2004 günü hep birlikte otogara gitmek üzere evden çıktılar. Otogara gelmeden genç kadının diğer erkek kardeşi ortaya çıktı ve silahını ateşledi. Yaralanan kadın, hastaneye kaldırıldı. İlk tedavisinin ardından sevk edildiği Bakırköy Devlet Hastanesi`nde ameliyata alındı. İfadesinde kardeşlerinden şikâyetçi olmadığını söyleyen genç kadın, başına geleceklerden habersiz ölümünü bekledi. Aynı gece erkek kardeşi, yarım bıraktığı işi(!) bitirmek için hastaneye geldi. Saat 03.45 sıralarında hastaneye refakatçi olduğunu söyleyerek giren adam, ölüm tehdidine rağmen başında hiçbir önlem alınmayan 22 yaşındaki genç kadının başına iki el ateş etti. Katil, hastaneden kaçarken, genç kadının beyin ölümü gerçekleşti. Aile tarafından istenmeyen genç kadının cenazesi, aşiretin devreye girmesiyle oldukça kalabalık bir topluluk eşliğinde toprağa verildi.
Cenazesine bile sahip çıkılmayan o genç kadın, töre cinayetlerinin ve kadına şiddetin simgesi olarak tarihe geçen Güldünya Tören ‘di.
Güldünya Tören`in öldürülmesine ilişkin davada Yargıtay, mahkemenin kararını bozdu. İkinci kez yargılanan ağabey İrfan Tören müebbet, erkek kardeş Ferit Tören ise 23 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ferit Tören cezaevinde 29 Şubat 2012`de kalp krizi geçirerek öldü.
Güldünya`ya tecavüz eden teyzesinin oğlu Servet Taş, 7 yıl sonra 14 Ekim 2011`de Sultanbeyli`de sokak ortasında, bir otomobilden atılan kurşunlarla öldürüldü. Vücuduna 6 kurşun isabet eden Taş, olay yerinde hayatını kaybetti. Olayı soruşturan polis, Servet Taş`ı öldürenin Güldünya`nın babası Şerif Tören olduğunu ortaya çıkardı. Şerif Tören kısa bir süre sonra yakalanarak cezaevine gönderildi.
Güldünya `nın babası Şerif Tören`in kızına tecavüz eden Servet Taş`ı öldürmesi ile ilgili dava, iki aileyi birbirine düşürdü. Tören ve Taş aileleri, 12 Aralık 2012 tarihinde Kartal Adliyesi`nde Şerif Tören`in cinayetle yargılandığı duruşma öncesinde birbirine girdi. Bıçak ve sopaların kullanıldığı kavgada iki aileden 7`si ağır 30 kişi yaralandı. Polis aileler arasındaki kavgayı ayırmakta güçlük çekince, çevik kuvvet ekiplerinden yardım istendi. Adliye bahçesinin savaş alanına döndüğü kavgada yaralılar ambulanslarla hastaneye taşındı.
Adliyede kavga eden Tören ve Taş aileleri, Güldünya`nın ölümünden 9 yıl sonra barıştı. İki aile arasında Zeytinburnu Gündoğan Camii`nin toplantı salonunda gerçekleşen barışma törenine Bitlis`ten gelen aşiret mensupları katıldı. 8 yıldır süren kavganın sonunda iki aileyi barıştıran 4 maddelik barış antlaşmasına göre;
—Bu dava yüzünden hiç kimse toprağını satmayacak,
—Köyde kardeşçe yaşanacak,
—Köyden çıkılması söz konusu olmayacak,
—Töre denilen kötü ve çirkin adet terk edilecek.
İki ailenin bireyleri birbirlerine kesme şeker ikram ettiler, sarılıp kucaklaşarak barış yemeği yediler.
Güldünya ’nın öldürüldükten 9 yıl sonra cenaze namazı kılındı, barış anlaşmasına imza atan aile büyükleri, kadınlara şiddet uygulamayacaklarını ve kız çocuklarının eğitimine önem vereceklerini taahhüt etti.
Töre cinayetine kurban giden Güldünya`nın 1 Aralık 2003 tarihinde dünyaya getirdiği Umut ise evlatlık olarak verildiği aileden alınıp Aileden Sorumlu Devlet Bakanının talimatıyla Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi. Yıllarca çocuk hasretiyle yanıp tutuşan aile, Umut`u geri almak için Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü`ne başvurdu ama nafile. Şimdi 12 yaşında olan Umut, güvenlik nedeniyle ismi açıklanmayan bir yuvada büyüyor.
Tecavüz ve töre cinayeti konularında tezlere konu olan Güldünya, İnsan Hakları 2007 raporunda aile içi şiddet örneği olarak gösterildi.
Gürsel Yaktıl Oğuz, ``Toplumsal Yaşamda Kadın`` adlı tezinde örnek olay olarak Güldünya`nın hikayesine yer verdi.
Sanatçı Aylin Aslım, Güldünya isminde bir şarkı yaparken 13 kadın şarkıcı, ``Güldünya`` adlı bir albüm hazırlayarak aile içi şiddete dikkat çekti.
9 Mart 2009`da Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı`nın kullanma bilincinin arttırılması için, ``Güldünya Şarkıları`` albümünün konseri gerçekleşti.
Zülfü Livaneli Hayata Dair albümünde Güldünya isimli bir şarkıya yer verdi.
Güldünya şiddet gören kadınlara dair bir diziye adını verdi.
Ankara Yenimahalle`de kurulan bir parka ve Bitlis`te kurulan kadın derneğine Güldünya`nın ismi verildi.
8 Mart 2010`da bu kez erkek sanatçılar ``Sorunun sadece kadınları değil, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren ortak bir sorun olduğunu ve ancak birlikte mücadele edilirse çözüm bulunabileceğini`` gösterebilmek için 2. Güldünya Konserini Lütfi Kırdar Anadolu Auditorium`da gerçekleştirdiler.
Adını Güldünya Tören`den alan, (feminizm ve politika konuları yanında dünyadan kadın hareketi ve farklı feminizm deneyimleri, kadın biyografileri ve tanıklık derlemeleri ile kadın edebiyatçıların eserlerini ve kadın sanatçılar tarafından ya da onlara dair kitapları yayınlamak üzere) Güldünya Yayınları kuruldu.
Çeşitli kurumlar, siyasiler, sanatçılar ve halk tarafından gerçekleştirilen sayısız protesto ve söylemleri saymıyorum bile.
Daha 22 yaşında, hayatının baharında bir genç kadın, benim diyenin cesaret edemeyeceği bir yüreklilikle başkaldırdığı törenin, cahil ve insafsız yüzüne kurban giderek Türkiye`de tecavüz ve töre cinayeti konularında sembol isim oldu.
Sonra? Sonra ne oldu peki?
Bugün Güldünya Tören’in 12. ölüm yıldönümü… Ben biliyorum ki o mezar bugün hiç kimse tarafından ziyaret edilmedi. Tecavüzcüsüyle evlendirilmek istenmesine itiraz etmesinin bedelinin ölüm olduğunu bile bile töreye karşı çıkan o cesur kadını, bugün tek bir kişi dahi hatırlamadı. Mağduru olduğu iğrençliğin vahşice katledilen maktulü olarak tozlu sayfalarda kayboldu.
Neden?
Çünkü üzerinden öyle çok Güldünya haberleri geçti ki, unutulmaya mahkûm oldu nice Güldünyalar gibi!
Gün geçmiyor ki kadına şiddet, tecavüz ve cinayet vakaları yaşanmasın. 12 yılda değişen hiç bir şey, atılan tek bir adım dahi yok. Çünkü kadının adı yok! Kadının yaşadığı zulüm değil de o saatte orda ne işi olduğunun sorgulandığı, eteğinin boyunun ölçülüp, topuğundan tahrik, dizinden orgazm olunduğu bir milenyumda, orta çağ zihniyetinin eril bakış açısını değiştirmek hangi güçle mümkün olur? Hangi yasa ne zaman çıkar? Çıkar da adam eder mi, zavallı oksijen israflarını? 12 yılın sonunda atılan tek adım iyi hal indiriminin kaldırılacağı. “Buna da şükür” mü demeliyiz, bilemedim.
“Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın” şeklinde ki sözde espri olan, o tuhaf meymenetsiz cümlenin, beyni mutasyona uğramış kafadan bacaklı amipler tarafından hayata geçirilmeye çalışıldığı güzel ülkemde, dünya emekçi kadınlar günü kutlanacak önümüzde ki günlerde…
Hangi yüzle? Ölüyoruz, öldürüyoruz. Kadınlar günü kutluyoruz… Ne güzel!
HAMİŞ : Gencecik yaşta evlendiği kocasından ayrılmak istediğinde eşinin kezzaplı saldırısına uğradı, tek gözünü kaybetti. Bandajladığı gözünü bazen saçlarıyla bazen de siyah gözlükleriyle kapatarak bir süre daha sahne hayatına devam etti. Tam mutluluğa doğru yelken açacağı dönemde, annesiyle birlikte seyahat ederken yola pusu kuran eski eşinin silahlı saldırısı sonucunda hayatını kaybetti. Büyüklerimiz bilir, adı Bergen ‘di, sesi olağanüstü güzel, bahtsız şarkıcı Bergen.
Ölümünden yıllarca sonra bile şarkıları marş oldu zulme uğrayan kadınların dilinde. Özellikle de “Acıların Kadını”… Sevenlerine gelsin…
www.youtube.com/watch?v=9IsNoRaIyUE
Işık ve Sevgiyle
Bilge ADAM
|