Aliye Aybüke Özdemir‏
ogan.insan@gmail.com
Yazarın diğer köşe yazıları ...

Bütüteç:    

DEPRESYONDAYIM

Doğrudur, depresyondayım.

Ah bu arada hala bira brandy veya şarap var ister misiniz? Fakat kendiniz almalısınız, inanın şuan göt gezdirecek halde değilim.

Her sene daha az gülüyorum. Yasamak için elinden geldiğince mutluluğunu idareli kullanıp somurtuyorum. Peki ya ölmek için hıçkırmam şart mı?

Organlarım iskeletime ağır geliyor. Kafamı taşımakta zorlanıyorum. Bu yük hiç bir ezilmenin doyuramadığı bir yorgunluk haline geldi. Kollarımı eklemlerinden kopartıp gelin çiçeği gibi uzaklara fırlatmak istiyorum. İhtiyaç sahiplerine ulaşsın. En azından araf için sevabın kenarından köşesinden biraz tırtıklamış olurum. Sevap, günah var mı ona dahi emin değilim… Elbette arada sırada Sultan Ahmet’e gidiyorum, orada el yapımı sakız likörü yapan bir bar var. Tavsiye ediyorum. Bir cami, tapınak dikmek yani inşa etmek gökten tapılacak bir Allah, tanrı indirmekten yani ifşa etmekten daha kolay. Şöyle elli yılda bir gökten zembille inip Sultan Ahmet`in Ayasofya`ya bakan minaresinin son şerefesinde balkon konuşması veya bir kaç sihirbazlık gösterisi yapma girişimde bulunsa sahiciliğine ispat, tekelci İslamcılığına faşist mürşit yığmış olur. Pekâlâ, Sultan Ahmet şart değil. Burj Dubai veya Taipei Tower`da da olabilir. Ne yapalım uluslararası canlı yayında izleriz, ya hu yeter ki yükseklerden uçmak istesin. Kendi malıymış gibi kullansın. Biz kimlerin konserlerine züğürt tesellisi olan `nasip` etmeme icabı için gidemedik de ekranlara sarılıp sevdik, inandık. Amy, Sade, Janis, Eric C., Norah ah ah. Öyle işte… Elli yılda bir, çok bir şey istemiyorum. Yerleşsin de demiyorum. Bu arada yol masrafı falan varsa halden de anlayıp askıya alırım. Yüz yılda bir...

Tanrı(lar) da dahil olmaz üzere yıllandıkça toyken ürktüğüm her şey makara kahkahalarıma dönüştü. Vaktiyle tırstığım her halt alay konum, bütün uluortalar tekin yalnızlığım, tenhalar kalabalık kutum gelmeye başladı. Soluk alıp vermek benim için plan program işine dönüştü. Ruhuma fikirlerim bedenime zulmederken aklım neredeydi diye sormam gerekirdi. Soramadım işte. Şimdi çürüyen orta yaşımda eziyetimin keyfini kısıtlı geleceğime sürüp yeme faslındayım. Sofram annemin memesi gibi kokuyor. Bu ne saçma ömürdür. Ben zamandan bir şey anlamadım...

İki saat önce uyandım. Sabaha kadar karman çorman bir zıkkımlanma süreci yaşadım. Onca bardağın ayakta müzik kulağımı azarlarken hamallığını yaptım. İşemek için ağaç oldum meyve verdim. Çoğu zaman metrobüsteymiş gibi darlandım. Ben metrobüse hiç binmedim. Sadece metnini duydum, yalan olmasın.

Kadınlı erkekli bütün flörtlerimle erken saatlerde tek tek görüştüm. Fiziksel özelliklerini ele alıp onları özenle seçmiştim fakat beyin kıvrımlarından ötürü hepsine yol verdim. Koli kesemiyorum zaten. Hiç beceremedim.

Barda az sarhoş güzel bir kadın buldum. İtiş kakış sohbet etmeye başladık. `Baksana şu erasmuslara vıcık vıcıklar, ben insanlarla arasına mesafe koyan biriyimdir.` dedi. Mesafemize baktım. Etrafındaki insanlarla olan mesafesine baktım. Dans eden herkesin kalçalarının ve kasıklarının ister istemez birbiriyle çarpıştığı bir mekândaydık. Aptal olduğunu anladım. Bana doğru sarkıttığı dudaklarına kusmadan olay yerinden uzaklaştım. Kendimi İstiklal`in ara sokaklarında buldum. Ara ara yanımdan geçenlerin `çalışıyor musunuz?` fısıltılarından temiz havaya beste bile yaptım. Bazıları yakışıklı ve iştahlı adamlardı. Zevk satmadığım için vitrinden bu kadar betimleyebiliyorum. Kendimi hep androjen zannederim. Yıllardır eşcinsel kulüplerde

tanıştığım, dans ettiğim insanlardan beni transeksüel zannedenler vardır. Hatta bazen transfobiye maruz kalıyorum. Dedikodularımı duyuyorum veya operasyonlarımı nerede yaptırdığıma dair soru alıyorum. Bunun bilinç altımda dahil olma, ait hissetme sendromu yarattığı da oldu. Bağ hissediyorum.

Her ne ise, ara ara cümlelerim hisleniyor. Reglim iki gün gecikti, bu duygusallığımı kamçılıyor. En az memelerim kadar hassasım.

Ara sokaklarda yeteri kadar düşünceli yürüyüşler yaptıktan sonra intihar etmeden veya genç yaşta menopoza girmeden kendimi ruhumdan tutup bir kaç mekâna daha attım. Kendime hayrım yok, insanlığa bir faydam olsun diye dayanışma partisine gidip kalbimi tazeledim. Sarılmak için bir kıvılcım aradım, fakat olmadı. İstiklal mimarisinin tırman tırman bitmeyen merdivenlerini indim bu kez.

Midye yemeliydim. Canım çekmişti.

Yalnız yememek için yoldan geçen bir kaç kişiyi durdurup benimle midye yemelerini rica ettim. Tavasından, dolmasına güzel bir masa kurdurup beni kırmadıkları için onlara teşekkür ettim. İçlerindeki kızlardan biri bu sabah beni arayıp mesaj atmış. Sanırım bir iki tane yeni arkadaş edinmiş olabilirim. Gecenin tek elde varı diyelim.

Taksiye bindim. Taksicinin alkol fetvalarını duydum ama dinlemedim. Haklı mı haklı fakat bu memnuniyetsizliğimi ve tahammülsüzlüğü nasıl sakinleştirebilirim? Algılarımı nasıl ağırdan alabilirim? Keyifsizliği sarhoş etmek tam bir budalalık, zevksizlik. Biliyorum. Bile bile yapıyorum bir de utanmadan. Utanmak dedim de en son ne zaman utandığımı hatırlamıyorum. Bunu da telef ettiğim hisler arasına not alabilirim.

Eve yedide geldim . Hiç bir yere sığmıyor veyahut sığınamıyorum. Kedilerime biraz sarılıp, onları kandırıp üzerimi değiştirmeden evden çıktım. Evimin arkasında imamının sesi fena olmayan bir cami var. Caminin yemyeşil bir bahçesi ve en güvenli insanların bulunduğu mekân olan mezarlık... Büfeden bir paket çekirdek alıp gecenin tecavüz ettiği makyajımla camiye nazır mezar taşlarına kitap (Maurice Merleau-Ponty \Algılanan Dünya) okudum.

Gece bitti, kitap bitti, sabah bile bitti. Bir ben bitmedim. Bedenim artık dayanamayıp ruhumun elinden tutup yatağa attı. Derin bir uykuya daldım. Yaklaşık üç saat önce uyandım. Şuan yine elimde kadeh, tam bir kaybedenim. Bu aralar uyandığımda kendimi ölmüş gibi hissediyorum. Yaşamaya çalışıyorum. Sonuçta ölene kadar yaşamak zorundayım, öyle değil mi? Yaşam kalitesi falan filan hiç girmeyelim. Yemişim kaliteli inlemeleri, depresyonu.

Depresyonumun bilmem kaçıncı yılındayım. Başlarda ara ara heyecanlanmak için heveslendiğim saniyeler oluyordu. Şimdi ise o vefasız yaşama sevincinin tadını hatırlayamıyorum.

Kapı çalıyor. Yanlış bastılar muhtemelen. Yine de gidip komşumun misafirleri için otomatiğe bassam fena olmaz. Biraz kıpırdamaktan kimseye zarar gelmez. Sonuçta kollarımı eklem yerlerinden kopartıp fırlatamıyorum. Bari buradan kıvırayım. Döndüğümde devam etmem. Zaten artık yazamıyorum, parmaklarım harfleri tespit edemiyor ve ekran gözlerimi dolduruyor.

Doğrudur, depresyondayım.

The End.



Tarih: 15.04.2016

Okunma: 2276
Paylaş Face
Paylaş facebook
Blog
Paylaş Blogger
Frien
Paylaş Friendfeed
Mysp
Paylaş Myspace
Twit
Paylaş twitter


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısının tüm hakları lezce.com'a aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, alıntılanan sayfaya aktif link verilerek kullanılabilir.



Not: Bu sayfalarda yer alan Köşe yazıları ve okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan lezce.com sorumlu tutulamaz.

  Bu yazıya ait yorumlar

  Yorumlayan: Sisyphus
ogan yazılarını özledik.

  Yorumlayan: soulfly_2
Yüreğine sağlık yazılarını genelde okurum başarılı ve kültürlü birisin kendini bırakma yolun açik olsun. Sevgiler...

  Yorumlayan: TUBAM
ancak bu kadar iyi yazılabilirdi..

  Yorumlayan: lucifer66
İçinde bulunduğum duygu durumu kaleme almışsın sanki. Betimlemelerine bayıldım, diğer yazılarını merakla beklemekteyim

  Yorumlayan: seyirdefteri
Bu yazıyı okuyup depresyona girebilirim :). betimlemelerin gercekten guzel.

  Yorumlayan: seytanihayat
``Depresyonumun bilmem kaçıncı yılındayım. Başlarda ara ara heyecanlanmak için heveslendiğim saniyeler oluyordu. Şimdi ise o vefasız yaşama sevincinin tadını hatırlayamıyorum.`` kutluyorum.. Muhteşem ancak bu kadar güzel anlatılabilir... Başarılar

  Yorumlayan: maskulen
Seninle bir kez tanıştım bir hastane bahçesine. O günden beri yazdıklarını, kafanın içini hep merak ettim. Çünkü benim kafamdakileri sen yazıyor ben de okuyordum. Seni okumak çok zevkli ancak ben yazamadıktan sonra hiç de kıymeti yok. Kendini kaybetme. Taştığın yeri kendime toplasam kafam yıldızlı karanlıklar kadar güzel korkunç olurdu. Ama olamadı, olsun.


[Yorum eklemek için tıklayın]