Ne kadar kolay yoruluyor yaralarıyla yasayanlar, o yorgunlukların alin terini biriktirir, yaşananlara şahit tutulan gözler... Hele ne çok izi saklar, kendi içine kıvrılan o kirpikler...
Bundandır ya, kirpiklerine hasret kalan öpüşleriniz yetimleşir her gece... Yüreğini değil bazen sadece yaralarını açmasını istersiniz yar dediğinizin, çünkü bilirsiniz ki, bazen ‘yara’ dan geçer ‘yar’olmanın yolu, ince, keskin ve soluksuzca.
“Sac uçlarımdaki kırıklar kadar biçimsiz ve bakımsız duruyor ruhuma kazıdığın incilmisliklerim... Sokulsam tenine de şöyle uçlarından biraz toparlar mısın yaralarımı…”
Son cümlelerim bunlar olmuştu, gözlerini avuç içlerine hapsedip boynunu bükerken karşımda. Bir an kısa bir sessizlik, kafasını kaldırdı, ayağa kalktı ve tek bir söz bile söylemeden gitti… Kendisine en yakışan şekliyle. Bakamadım. Kafamı bir defa bile olsun döndürüp bakamadım. İçimdeki aşkın vedasızlığı, bir vefasızlık tokadıyla işte tam da o an başlamıştı.
İşte o andan sonra,
Ben ne vakit onu hatırlasam bir ülke düşer kucağıma, topraksız ve vatansızlar sığınır içimin derinlerine. Ağırlaşırım.
Ben ne vakit onu hatırlasam, üç beş kül savrulur hücrelerime, ormanlarım kavrulur dumanlar ciğerimde tüter, yanarım.
Ben ne vakit onu hatırlasam, ay parçalanır, yakamozum çalınır okyanusumdan, sularım yükselir, kendi damlalarımda boğulurum.
Ben ne vakit onu hatırlasam, kanadı kırılır, yaraları kanar içimdeki çocuğun, eksilirim. Senin anlayacağın, ben onu hatırladıkça bin defa daha ölür bin defa daha doğarım unutmaya.
Her unutma yeni bir ölümün doğuşuna dönüşür yüreğimde.
Sokaklarında, bestekârının bile bir defa olsun dinlemeye yeltenmediği şarkıların yankılandığı, sınır çizgileri varla yok arasında silik ve karmakarışık olduğu, işte belki de bu yüzden düşmanlarının gözlerini hiç üzerinden ayırmadığı bir ülkeyim su aralar…
Oysa ne ağırmış be arkadaş, bir insan evladını, insanın yüreğinden yolculayamaması. Sevdiğinden ya da delirmişçesine aşk olmaktan da değil üstelik, hak edilmemişlikten. İnsan, en güvendiğinden yara alınca, kendisine bile sığınmaya korkmaya başlar, bilen bilir bunu da, ya o bilmeyenler.
Bir insanı tutabilmen için onun da sana tutulması gerekiyor. En az onun sende olduğu kadar senin de onda olman. Sadece kendime ait olmak ağırlaştırır bazen ruhunu. O ondan habersiz bana aitti. Ben ise ikimizden haberli onda hiç bir şey.
Bırakın tüm tuttuklarınızı, gerekirse düşün hem de öyle bir düşün ki dağılın parçalanın savrulun… Başka türlü akmıyor içinizdeki zehir, bırakın çatlasın duvarlarınız, setleriniz, kabuklarınız, akıp gitsin sızsın azalsın bitsin o zehir.
Tutarsanız, tek acıyacak olan sadece sizin etiniz…
Bana gelince,
Günün birinde yeniden, acı dışında beni büyütecek şeylere yeniden sarılırım, ne dersiniz?
|