Yüreğimde ki derin acıyla evine gittim...
Arabamı park etmek için yer ararken onun arabasını gördüm, az ilerde duruyordu öylece. Bir anda burnumun direği sızladı, içimi bile çekemedim.
Hüzünle baktım arabasına. Dokundum aynasına, kapısına, camlarına... Ne çok severdi seni, siyah incim derdi. Nasıl titrerdi üzerine de Pınar kıskanırdı ``Arabanı benden daha çok seviyorsun`` diye. Sen şimdi yetim mi kaldın siyah inci...
İnsan ölünce ardında bıraktıkları bir anda nasıl da yetim kalıveriyor.
Sadece sevdikleri ve ailesi değil, her şey ama her şey kimsesizleşiyor. Sokağında arabası, kapısında anahtarı kimsesiz kalıyor. Masasında yarım bıraktığı yazısı, bardağında çayı. Duvarda fotoğrafı, dolapta kazağı kalıyor.
İnsan ölünce arkasında ki her şeyin boynu bir anda nasıl da bükülüveriyor.
Kapının önüne ayakkabısını koymuşlar, içim ürperdi görünce. Halbuki normal zaman da kapı önlerinde illa ki 1-2 ayakkabı olur ama hiç dikkatimizi çekmez. Süzüldüm içeriye sessizce.
Eşi karşıladı beni. Karşılamak ne kelime, sarılırken öyle bir ağlama krizine girdi ki, fenalaştı, kucaklayıp salona götürdüm, millet bir telaş bir telaş... Kendine geldi içini çeke çeke. Elini tuttum, yanaklarımdan sicim gibi yağmur yağıyor sanki. ``Ahh Bilge seni ne çok severdi. Son akşam sen geleceksin diye balık almıştı, 1-2 kadeh tokuştururuz Bilgemle demişti. Kısmet olmadıııı, kısmet olmadıı``...
Duvardaki saate takıldı gözüm. Gözünü sevdiğim anıları nasılda yakıyorsun cayır cayır. Aramızda hep tatlı bir GS - FB takılması vardı. Bir gün iddiaya girmiştik, ben kazandım. Ondan GS bardağı istedim, kendime istiyorum sandı, gitti en kocamanından aldı. Tamam şimdi bunu kendi ofisinde masanın üzerine koy, içine de kalem doldur! Nasıl yani yaa dedi, yanisi şu; girdiğimiz iddia ne istersem yapacaksın değil miydi, bunu istiyorum işte. FB liydi, oflaya puflaya koydu bardağı masasına.
Ertesi hafta doğum günüm vardı. Sana şahane bir hediyem var dedi, çıktı geldi. Bi açtım FB nin duvar saati. Bu ne ya dedim, tanıştırayım bu arkadaş FB saati, bu da ee şey takım neydi haa GS lı Bilge dedi! Kaşla göz arasında saati duvara yerleştirdi. Bir de ültimatom verdi, inmeyecek ordan!
Masasında bardağım, duvarımda saati yetim kaldı şimdi. Lavaboya girdim, elimi yüzümü yıkayıp toparlanayım diye. Aynanın önünde traş losyonunu gördüm, parmağımı üzerinde gezdirip bıraktım. Kapının arkasında bornozu, öylece bakıyorlar.
Salona geçerken koridorda asılı duran tabloların, çerçevelerin önünde durdum. Ev hediyesi olarak ona getirdiğim dev Atatürk portresini duvarın tam ortasına asmıştı. İlk gördüğünde ki şaşkın bakışları geldi gözümün önüne. Önce anlamadı, normal çerçeveli portre sandı. Sonra dikkatli bakınca...
- Vayy vayy doğru mu görüyorum puzzle mı bu!
- Evet 2000 parça Atatürk puzzle`ı
- Nasıl ya, sen mi yaptın?
- Hunili bir puzzle`cıya sorulacak soru mu bu şimdi?
- Nasıl yaptın sen bunu yaa, ben hayatta yapamam bu kadar büyüğünü
- Yaparsın yaparsın, sana da 500 lük getiricem, bunamaya birebir.
- Kendi adına konuş bunak sensin! Hay Allah yaa çok sevindimmm! Bayağı bayağı uğraşmışsın, ya ben nasıl anlamadım, hangi ara yaptın nerde sakladın ama çok fenasın sen yaa...
- Canım tansiyonun var korkutma beni, arada bi nefes al.
- Sensin tansiyonlu!
- :DDDDDD
Duvarlar, tablolar, çerçeveler bile yetim şimdi... Ofisinde dosyaları, sehpasında yarım kalmış kurabiyesi, ajandasında notları... Çekmecesinde ilaçları, kütüphanesinde kitapları, arada yapıyorum iyi geliyor dediği dambılları... Bir gün ofisinde o dambıllarla uğraşırken kapıdan girdim. Muzipçe gülüp ``Dedeler için otomatik aletler varmış, sen duruyosun öylece, onlar çalıştırıyormuş kaslarını, onlardan alsana`` dedim. Sokak kapısına kadar kovaladı beni, sen kendine bak ben daha askere yeni gidicem diyerek.
Bir sohbetin içinde ``Vasiyetimdir mevlidimde un helvası dağıtılsın, bir kaşık da toprağıma karıştırılsın`` dediğimde ``Hanım duydun, Bilge`ye un helvası, aman ha sakın atlamayın hortlar gelir sonra, bu niye irmik ben un helvası istemiştim diye!`` Hahah beni gömeceğine o kadar eminsin yani demiştim, tabii ki eminim turp gibiyim hepinizi gömerim ben, demişti kocaman bir kahkaha patlatarak... Kulakta gülüşler, kalpte sevişler yetim kaldı.
Yazarken hatırlayanlardanım sanırım. Ne çok anı biriktirmişiz meğer, şimdi boynu bükülen...
* * * * * * * * * *
Öyle derin öyle ağır kayıplarım oldu ki benim, sevdiğin birini ansızın kaybetmenin ne demek olduğunu iyi bilirim. Öncesini, sonrasını, hiç ama hiç değişmeyen sıralamasını.
Sanki bi yere kadar gitmiş, birazdan çıkıp gelecekmiş gibi, her şey yerli yerinde durur ilk zamanlar... Kalbini kavuran tarifsiz bir acı, kabullenememenin getirdiği isyan, gecikmiş keşkeler, ne yapacağını bilememe...
Sonra zaman işlemeye başlar usul usul...
Önce yedisi çıkar, derken kırkı. Mevlitler okunur, dualar edilir. İlk başta hınca hınç dolan ev, zamanla azalır. Her gün biraz daha eksilerek yalnızlaşır. Gözyaşları sessizleşir.
Eşyaları dağıtılır bir bir. Anısı olanlar bırakılıp, diğerleri toparlanır gün be gün. Toplanırken anılar tazelenir, en sevdiği kazağıydı, bu koltuğa kimse oturamazdı, keşke şimdi şurda olsaydı da kumanda hep onda olsaydı... Her anı bir iç çekiş, her iç çekiş bir gözyaşına gebe şimdi...
Bir zaman sonra veraset ilamı çıkarılır. Belki ev ağır gelir acilen değiştirilir. Kullanan olmazsa, arabası satılır... Varsa mirası dağıtılır, belki bu uğurda kavgalar edilir.
Derken senesine doğru hayat normale döner. Acılar yerini derin özlemlere bırakır. Dönüşür pek çok şey. Bir cümlenin içinde neşeyle yada bir anının ortasında hüzünle anılır ``Rahmetli``... Unutmazsın elbet, alışırsın sadece, göğüslemeyi öğrenirsin yüreğini döve döve...
Hayat böyle ve iyi ki de böyle. Ya aksi olsaydı, insan nasıl yaşardı ki onca acının ilk günkü sancısıyla..
İnsan ne zaman ölüyor aslında biliyor musunuz, kimse ondan bahsetmediğinde. Hiç kimse adını anmadığında. Bir kaç kuşak sonra, onu hatırlayacak hiç kimse kalmadığında...
HAMİŞ : Ardında iz bırakmadıysan o yoldan hiç geçmemişsin demektir, demiş üstat. Kuşaklar boyunca hatırlanacak izler bırakmanız dileğiyle.
Işık ve Sevgiyle
Bilge ADAM
|