Herkes biraz elçisidir ya Tanrı’nın, sen yeni bir inanış biçimi gibi, bütün dinlerin aksine, sadece benim için inmiştin üstüme. Eski aşklardan getirdiğim bir tek kelimeyi bile kullanmadan ne büyük şiirler doğurdum sana, yeni bir lisanda. Evcil bir sevgi değildi beslediğimiz. Öyle tutkulu, öyle vahşiydi ki yara bere içinde bıraktık birbirimizi. Bu kadar kan kaybına dayanamadık belki de… Koptu benim en derin yarım. Sende kaldığını sonra anladım…
Sahi, biz neden üzerine çay içilmemiş bir yemek gibi yarım kaldık sevgilim? Bizi birbirimizden koparan bir şeyler var muhakkak ama inan hatırlamıyorum. Hafızama derince kazınmış anlarımız var oysa. Seni ilk gördüğüm anda saçlarının dile gelip ruhuma fısıldadıkları mesela… Durup deliksiz dinlerken, gözlerinin söze girişi… İşte o an, şairlerin sırf o gece için bilediği en keskin aşk şiirlerinin dize dize yüreğimi delişi… Bir mermi gibi ansızın ellerime saplanan ellerin.. Hürlüğün şarkısına katılan bir padişahın cesaretiyle, onca bakışın arasında kavuşan dudaklarımız… Bir tenha arayışındaki bakışlarımız… Aklımın hüneriyle soyuşum en mahrem yerlerini… Şifalı bir merhem gibi bedenime nüfus eden çıplaklığın…
Bir arada değiliz diye ayrıyız sanma. Sensiz geçen günleri, her sabah siliyorum. Bu üstüme yığılan gecelerde, hala seninle sevişiyorken yokluğunun çığlıklarını alt komşu değil ancak ben duyuyorum. Gençliğim oksijenle cayır cayır yanarken, ellerini bir daha tutamayacak olmaktan daha korkunç bir şey bilmiyorum.
Sahi, biz ne ara en yabancı dillere çevrilmiş bir şarkı gibi uzaklaştık birbirimizden? Bu mahzun sevdadan geriye nasıl sadece bu acı hasret kalır? Boynunu benim kadar değerlendiren biri mi oldu yoksa ? Bir yılan gibi değiştir derini, benden sonra dokunun olduysa… Bir başka solukla ısınıp, bir başka kör olasıca öpüşle ıslandıysa eğer, Şehrin bütün hamamlarında kırkla dudaklarını…
Kalıp, bende yarattığına sahip çıkamadın diye kızıyorum sana. Sarılıp tutmadın diye, bitmesin diyemedin diye kızıyorum. Canımı, yere düşen yüzümün, gözlerine baktığı, ağlamaklı gözümden yaktın diye; tenimin sıcaklığını, sonradan görmelere sattın diye kızıyorum. Şimdi ben sana ne söylesem? Hangi kelimeyi eğsem, hangi cümleyi büksem? Hangi sitem, nasırlarını aşıp sıkıştırır kalbini? Hangi lafım dokunur sana en ince yerinden?
Ne hazin bir duygu bu sevgilim. “Bari sen birazcık mutlu ol” demeye bile dilim varmıyor. Benim yandığım gibi yan, benim içimi kemiren ne varsa senin de demirsin istiyorum. En büyük aşklara yazılmış hikayeler gibi yeniğim aslında. Başımı dik tutmaya çalışmam seni aldatmasın. Senden sonra ben, bir daha ayağa kaldıramadım kalbimi; gecesi gündüzüne karışmış bir ayyaş gibi yalpalayarak, bir o kadına, bir bu kadına çarptım. Onlarca suç işledim, hiçbirinin şahidi yok. Yalanım kalkamayayım şurdan, ben senden
sonra kimden ayrıldıysam hep senin yasını tuttum. Ayrılık, sadece senden ayrılınıyorsa o kadar acıymış anladım.
Acısıyla açtığım kalemimin, gözlerimin nehirlerindeki deltasıdır bu yazı. Gecenin cinayet saatidir. Rakı şişesine ilişmiş dertlerin paket paket sigarayla suç ortaklığında, ciğerim yanıyordu. Gülüşünle yaralıydım, can çekişiyordum. Devrilmiş kadehler gibi dönüyordu başım. Kimse bilmez…
Yazmakla bitmiyor ki doğurduğun öksüz yalnızlık. Bir gece gülsem , üç gece tepeme biniyor. İki gün dursa lodosun, beş gün fırtınaların kopuyor. İncecik bir sırat köprüsündeyim, ecelimle yaşamım köşe kapmaca oynuyor. Ya sen gel ya da bacamdan içeri gönder en zehirli dumanı. Sanırım başka türlü olmayacak! Ne kadar daha sensiz…
Yöneticimiz Devrim_ in Yazısıdır. Kendisine teşekkür ederiz.
|