Babam mesleğini çok seven bir inşaat mühendisiydi...
Çevresinde ve iş dünyasında oldukça iyi tanınan, sevilen ve saygı duyulan biriydi. Çocukken hafta sonları ve yaz tatillerinde, üzerinde çalıştığı projelere bağlı olarak yaptığı inşaatların şantiyelerine bazen beni de götürürdü. Koca baretin içinde kafamın kaybolmasına ve ayağımdaki çizmeler boyumu aşmasına rağmen o şantiyenin en mutlusu ben olurdum, o derece hayrandım babama ve mesleğine.
Annem söylenirdi bazen, gitmeyeceksin o tozun toprağın içine derdi. Babam ``Elleme benim yavruma, babası gibi mühendis olacak o da`` diye sustururdu. Annem, babamın arkasından akşama görürsün sen gibi işaret yapardı bana, bende dilimi çıkarıp soluğu babamın arabasında alırken, arkamdan fırlatılan terlik havada uçup kapıya çarpardı.
Kısa pantolonla gezdiğim dönemlerde başlayan GS fanatikliğim yüzünden, pek hoşlanmasa da kardeşimle beni bütün maçlarına götürürdü babam. Hep birlikte hoplar zıplar, akşama sesimiz kısılmış, kolumuz bacağımız turşu olmuş şekilde eve dönerdik. Annem yine söylenirdi, ne bu haliniz, doğru banyoya!
Biraz büyüyünce yaptığım ilk icraat babamın arabasını kullanmayı öğrenmek ve tabiî ki kaçırmak oldu. Teyp son ses cıstak cıstak mutlu mutlu giderken benzinin bitmesi, o zamanlar cep mep hak getire, bir bakkal bulup evi aramam, babamın elinde bidonla çıkıp gelmesi. Ben korkudan kelimeyi şahadet getirirken onun gülerek bana sarılıp ``Biz seni yaparken nerde yanlış yaptık da oğlan olacakken kız oldun sen!`` demesi...
Disko çağına gelip de kanım kaynamaya başladığında babam en iyi partnerim oldu. Dansa karşı ilgim vardı. Okulda üç arkadaşımla mini bir grup kurmuştuk. Hem okulda hem partilerde dans ediyorduk. Sokak dansına merak sardığım bir gün hızımı alamadığımı gören babam ``gel bakalım artık zamanı geldi`` dedi ve birlikte dönemin popüleri Disco Mogambo `nun yolunu tuttuk. Özellikle hafta sonları ve gündüz saatleri ful dolardı. Tabii ki 18 yaş sınırı vardı. 16 yaşında diskoya giden başka kaç kişi olabilirdi bilmiyorum ama ben şanslıydım, yaşım tutmadığı için götüren bir velim vardı ve o da gençliğinde dans ustası olan babamdı.
Heyecanlıydım. Sahalarla ilk tanışmamdı. Spot ışıklar, tepede o meşhur yanar dönerli devasa disko topu, dımtıs dımtıs müzikler, Allah dedim nereye geldik. Modern Talking`ler, I`ve got the power`lar, U can`t touch this`ler favoriydi ama Comanchero`yla bile dans etmişliğimiz vardır şaka gibi. CC Cathc hayranlığımsa anlatılır gibi değil.
Lakin babamla dans maceram çok uzun sürmedi. Mavi gözlü, uzun boylu, çok yakışıklı bir adamdı ve kadınlar etrafını atmaca gibi sarıyorlardı. Annem bir duysa ki biz diskodayız, ikimizi de eve sokmayacak. Bir gün bir baktım adamı ayakta yiyecekler, gidelim dedim babama, başına çorap örülmeden evin yolunu tutalım! Tamam dedi ama pek de dinlemedi. Elektrik bugiler, kafa üstü döneyim derken betonzede olmalar ve break dansın popüler yıllarında katıldığım dans yarışmalarından aldığım ödüller, hepsinde babam hep en ön sıradaydı izleyenim olarak...
Daha okul yıllarında kalemimin farkında olan babam, koleje başladığımda bana muhteşem bir dolma kalem hediye etmiş ve vasiyetimdir demişti: İyi bir yazar kalem tutuşundan belli olur. Ne yazarsan yaz, bu kalem gibi dimdik yaz. Yıllar sonra üniversitenin kapısına dikildiğimde, elimde dolma kalemim, kolumda babam, karşımdaysa yazılmaya hazır uçsuz bucaksız beyaz hayallerim vardı. Gözüm gibi baktığım o kalem, hala kitaplığımın en güzel köşesinde durur.
Büyüklerimiz, özellikle babalar ve dedeler çok iyi bilirler, bir zamanlar Pino isminde oldukça revaçta olan bir çam kolonyası vardı. Bilindik kolonyalar gibi değildi. Parfüm kolonya tarzındaydı ve çok sonraları parfümü de çıktı.
İşte o Pino`yla ben babam sayesinde tanıştım. Şişesi çam kozalağı şeklinde ve koyu çam yeşili rengindeydi. Bir koku bu kadar ağır olup, sadece minik bir damlası bile nasıl bu kadar güzel kokar onda görmüştüm. Babam şantiyeye gitmeden önce Pino`sundan mutlaka bileklerine damlatır, birbirine sürterek kalan nemi boynunda dağıtırdı. Sonra çantasına koyar, çıkarken annem arkasından kimin için süsleniyorsun diye yine söylenirdi. Akşam gelip de çantasını açtığında mis gibi çam kokusu ortalığa yayılırdı.
Herkesin çocukluktan gelen bir oyuncağı vardır ya, aynı zamanda terapisti gibidir, işte benim ki de Pino. Ne zaman bunalsam, yastığıma bir kaç damla damlatırım uyumadan önce. Sonra başımı koyup gözlerimi kapatırım. Babam belirir karşımda. Nerelere ah nerelere giderim o andan sonra... İnşaatlardan maçlara, martılara ekmek attığımız vapurlardan dans yarışmalarına. Babamla konuşa konuşa dalar giderim uykuya...
Yaşama dair en acı çığlıkların geceleri duyulduğunu zannederdim hep, taa ki bizim evden bir gün ortasında duyulana kadar...
Derin kayıplarımın başlangıcıdır babam. Ölüm adın kalleş olsun dediğim, isyan etmiyorum ama neden diye sorguladığım, çok erkendi çok cümlesiyle tanıştığım ilk büyük acıdır kalbimde. Bükülen boynuma inat dik başlı duruşumun, gözü karalığımın, ailemin liderliğine çok erken soyunmak zorunda kalışımın, ne zaman deniz görsem mavi gözlerine türkü yakışımın nedeni ilk büyük travmamdır. Kendimi bildiğim ilk ağır gözyaşımdır.
Bayramlarda yürek sızım, sendelediğimde hayaliyle ayağa kalktığım, limanlarına sığındığım, gücüne kudretine, sevgisine şefkatine, doğruluğuna dürüstlüğüne hayran olduğum bu adamı ben size nasıl anlatabilirim ki? Onu nasıl özlediğimi, her daim nasıl ihtiyacım olduğunu, hala benim süper kahramanım olduğunu? Anlatamam. Kelimelerim yetmez...
Ama size babalarınızı hatırlatabilirim...
Unuttuğunuz, ihmal ettiğiniz, bir yerlerde bıraktığınız babalarınız... Bazen karşısına geçip fütursuzca saydırdığınız, bazen bankamatik olarak görüp, bayramdan bayrama hatırladığınız. Evin için de bile varlığını unuttuğunuz, hatta yaşlanınca yok sayıp huzurevine bıraktığınız babalarınız. Kimi benim gibi bulamaz, kimi de sizin gibi bilemezmiş, kaderin oyunu işte...
Sizler... Özellikle de babam gibi babası olup da farkında olmayan gençler;
Görüyorum, duyuyorum, babalarınızı ihmal ediyorsunuz. Facelerde sembolik kutlamalar yapıyorsunuz. Bir kahvaltıyla geçiştirip sonra ortadan kayboluyorsunuz... Yapmayın, nolur kaybolmayın.
Bu pazar babalar günü. Bu pazar onun günü. Hayattaysa babanız, her şeyi bir tarafa bırakın ve o günü yalnızca ona ayırın. Hep birlikte sadece onu yaşayın. Gezdirin, hava aldırın, en güzel cümlelerinizi sıralayın. Evden çıkamıyorsa ona en sevdiği yemekleri yapın, sohbet edin, şarkılar söyleyin.
Sonra çok ama çok özlersiniz. Burnunuzun direği sızlar, içinizi bile çekemezsiniz.
Öylece özlediğinizle kalır, içinizdeki çocuğun hıçkırıklarını dinlersiniz...
HAMİŞ : Eğer kaybettiyseniz, yeni evine gidin, elinizde en güzel çiçeklerle, babam ben geldim diye haykırın. Dokunun ismine, toprağına. Yoksa baş ucunda bir gölge, bir fidan dikin usulca...
Işık ve Sevgiyle
Bilge Adam
|