Öyle rüya gibi.
Ama öyle de gerçek,öyle de şahane...
Kendimi taze taze aşık olmuş gibi hissettiren...
Öyle güzel ki; masal gibi, şiir gibi, dünya tatlısı...
Onu tanımak, hayatımda başıma gelebilecek en güzel şeydi. Kendine güveni ve içindeki acıya rağmen hala sağlam duruşu, ilham alınacak bir karakteri olduğunu sergiliyordu. Eski ilişkisinin acısıyla hayatına güç vermesi beni şaşırtıyordu. Alışkın olmadığım bir acıyla bütünleşme şekliydi onda gördüğüm. Bugüne kadar geçmişine önem veren çok kişi ile karşılamadığım için mi bu kadar şaşırmıştım? Ya da artık kimse geçmişine ait kalamıyor muydu? Onun bu kadar kaldığını bilmiyordum.
Ben, onu, İzmir`in en güzel havasında tanıdım. Ne soğuk, ne de sıcak. Denizin verdiği o muhteşem kokusunda onun gözleri. Denize olan aşkım, onun bütünüyle gözlerinde başlık gibiydi resmen. Bir çay bardağının yarısında kalakalmış, sadece o an onun anlattığı hikayede boğuluyordum. Karşısında konuşabilmek o kadar güçtü ki ayak bileklerim titriyordu ve telefonum Allahtan susmak bilmiyordu. Bana, bende kalabilirsin demişti. Kaldım ve ilk günkü kalma olaylarında o kötü tecrübelerimin aksine, güzel bir gece olmuştu. O, yattığı odanın kapısını kilitlemeden uyuyamadığını söyledi. Bense karanlık bir oturma odasında, onun sayesinde karanlık fobimi yenmiştim ve onun haberi yoktu.
Fobileri yenmek zordur, bilirsiniz. Birinin kendinize iyi gelmesi bazen sizdeki korkuları yenme anlamına da gelebiliyormuş. İlla yanında olmak aynı yatakta olmak anlamına da gelmiyormuş. Yanında olmak sana ait olmadan da hissedilebilirmiş. Birilerinin yalnızlığınıza iyi gelmesi adına değil, birilerinin yanında yalnızlığınızla da durmak güzelmiş.Bazı değerleri hatırlamak güzeldi. Onu tanıyınca anladım.
Bana güvendiğinin farkına varmak, onca güvensizliklerime rağmen, ruhuma ilaç gibi gelmişti. İçten içe ona ait bir başka dünyada kahramanlık hikayeleri yazmaya başladım. Sessiz karakter olan ben, ses getiren baş karakter oydu. O anlattıkça gündelik hayatını, ben, onun hayatında bir gündelikçi elçi olmuştum. Yanında olabilmek adına, konuşmayı en çok seven ben, artık sadece en çok dinlemeyi seven ben olmuştum. Dinlemek, sahi ne güzel nimetmiş! Anlatmak, kimi zaman yorarmış. Onu dinlerken fark ettim.
Eskiye ait muazzam sadakatini, ilişkisi bitmiş olsa da sürdürüyorken, bir müziğin sesinde ve bir tek sözde hüzünlenip ağlıyorken, çevresindeki herkesi bu acıyla bütünleştirip sadece “ o “ diyorken, geceleri kapılarına kilit vurup kendisini ve ruhunu hala onda böylesine temiz tutuyorken, artık hayatının geri kalanın da başka bir sese rastlaması şartı. O ses, tabi ki ben olmamalıydım. Bunun farkına varıp sevmek ne kadar doğruydu, bilmiyordum. Ama seviyordum.
Sevmek bazen sebep gerektirmezmiş. Sebepsiz de seviliyormuş.Sebepler sonuçları yeğler ya bazen. Sonuçsuz kalmak daha çok üzse de,sebepler sonuçlara gebe kalmadan da yaşanırmış.
Bir gece telaşlı bir telefon baş ucumda çaldı. Aceleyle yataktan fırlayıp cevapladım. Mayhoş bir haldeydi onun sesi. İçimdeki binaların kolonları yıkılırcasına bir deprem eşiğindeki gibi sadece onu dinliyordum sanki. Anlattıkça ağlıyordu ve ben daha çok kanıyordum içimde. Beni ondan, onu da benden uzak tutacak olan sensin dedi ve kapattı.Sevdiğine inandığı kişiyi ondan nasıl uzak tutabilirdim ki karışmıştım. Bu karışıklığımın sonucu olarak, onu bensiz, beni de onsuz hale getirebilecek şekilde her şeyi berbat etmiştim. Hataylıydım ona göre. Haklıydı kendi içinde.
Ben, uzak tutmanın kelime anlamını yitirmiştim, kendimden uzaklara itmiştim resmen. Şimdi o emsali görülmemiş olan karakterine ait büyük hata yapmıştım. En yakın dostlarından yardım isterken aslında onun sırdaşı olduğumu unutmuştum. Durup düşününce kendi içimde, o sadece benden istemişti. Zaten yeterince güven problemleri içinde sadece bana sırdaş iken çevresindeki insanlardan yardım istemek benim en büyük hatam oldu. Onsuz, onun acısıyla güçlenmek günden güne beni eğiten tek öğretmen oldu. Ben sırdaşımı, güvenimi, dostumu kaybetmiştim. Ben, denize olan aşkımın gözlerindeki o başlığını kaybetmiştim.Ben, yazımlarımdaki gizli öznemi kaybetmiştim...
Ben, asla inanmazdım tek taraflı aşklara. Ben, asla aşık olursam dost kalamam diyordum. Ben, inanamadığım her şeyi bu kadında yaşadım. Onun haberi olmadan ve artık o olmadan yaşamaya devam ediyorum. Birine bağlanmak için bazen bütün şartlar uymasa da oluyormuş. İllaki elini tutup sarılmak değilmiş bütün marifet. Bazen sadece karakter ve duruşa da aşkla bağlanıyormuş insan. Büyük konuşma,büyük lokma ye, der annem. Haklıymış! Büyükler ne derse her zaman doğru der.
Ona herkesin huzurunda teşekkür ediyorum. Bana verilen en güzel hediye onu tanımaktı. Ben önüne güller sunsam da hiçbiri yazılan kendi sözlerim kadar değerli olmayacaktı onun gözünde.
Bana kelimelerin değerini bir kez daha öğrettiğin için ve de tek taraflı acıların aslında insanı daha çok olgunlaştırdığını yaşattığın için.
Bu zamanda karanlığa yüz tutturulmuş küçücük çocuklarımızın çığlıklarında boğulurken,yaşayamadığım o küçük kız çocuğunu içimde öldürtmediğin için ve bunlar adına destek olduğun için, teşekkür ederim.
Geçmişine karşı kendini geliştiren ve güçlerini acılarıyla olgunlaştıran kadınlar candır benim gözümde.
Ne demiş Özdemir Asaf;
Bir kadının dudaklarında değildir aşk.
Bedeninde hiç değildir.
Aşk, kadının göz kapaklarındadır.
Sevgilerimle;
Özgür KELEBEK
|