Aşkın cinsiyeti yoktur! Peki ya toplumun?
Kendimizi, rahat hissetmek için gittiğimiz “bize özel” barlar vasıtasıyla toplumdan yalıttığımız gibi, “eşcinsel aşk” kavramını öne sürerek de gerçek aşktan ayrıştırıyoruz duygularımızı. Biz, hiçbir yere ve hiçbir bilindik duyguya ait görmüyoruz kendimizi.
Böyle bakmaya başladığımızda, toplumun bizi değil de bizim toplumu sindiremediğimize –yazı boyunca sindirme kavramını kendisiyle bütünleştirme ve kabullenme anlamında kullanacağım---kadar da ulaşabiliriz. Bu bir hazımsızlık meselesiyse, toplum bizi hazmedemedikçe biz köşelere, bucaklara saklanıp, oralarda nefes almaya çalışıyoruz. Oysa çok da başka bir şey var ortada, oradan çıktığımız için toplumun midesi rahatlıyor ve hazmetmek için çaba sarf etmeye de gerek görmüyor. Aynı olay bir daha yaşandığında toplum, “birazdan çekip gidecekler, sindirmeye çalışmanın anlamı yok” diyor.
Oruç Aruoba’nın da dediği gibi: “Bütün dert, ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup, bir arada yaşamaya dayanamamızdır”
Hal böyleyken, biz birbirimize karşı bile toplum içinde inanılmaz kapalı olabiliyoruz..Yaklaşık 2 ay önce tanıştığım Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi oluşumunun düzenlediği toplantının sonrasında, bir lezbiyen ve bir de gay arkadaşım yanımda olduğu halde, yolda yürürken feminen bir gay gördük. Bu gayin cinsel/duygusal yönelimi o kadar belliydi ki yanından geçerken gay arkadaşım bize gayet feminen bir tonlamayla “haydi kızlar elleri göreyim” dedi. Bunu gören diğer gay, bize baktı ve güldü. Birkaç adım attıktan sonra, ben olduğum yerde durarak arkadaşlarıma “Geri dönelim ve ona onunla dalga geçmediğimizi onunla aynı yönelime sahip olduğumu söyleyelim” dedim. Lezbiyen olan arkadaşım, bunu o kişiye söylemeye cesaret edemeyeceğini söyledi, bu arada ben yanından geçip gittiğimiz o kişiye doğru yürümeye başlamıştım bile ve yanımdaki diğer gay arkadaşımda peşimden geldi. Yanına vardığımızda ben yüzüne bakarak: “Kusura bakma, bizim amacımız seninle dalga geçmek değildi, biz de seninle aynı cinsel yönelimi paylaşıyoruz” dedim. Bunun üzerine karşımdaki kişi, gözlerini dikerek, yüzünde biraz önceki gülümsemesinden eser olmadığı halde ve kesinlikle ses çıkarmadan –ahrazlar gibi- dudaklarını tam bir kadınsı edayla açarak yok dedi ve başını hayır anlamında salladı. Ben yok dediğini sadece dudak şeklinden anladım. Bunun üzerine “Biz Çukurova Eşcinsel İnisiyatifindeniz, biraz önceki davranış için sorun yok mu” dedim. Karşımdaki kişi hala ses çıkarmadan, dudaklarıyla “yok, yok, yok” demek ve başını sallamak suretiyle beni savuşturuyordu..
Siz olsaydınız ne yapardınız? Kendinizden birisi size el uzatma cesaretini bu kadar zor toplamışken ve yanınıza kadar gelmişken? İnkar içimize mi işlemiş? Ya ben, benim yerimde olsaydınız bir daha bu kadar heyecanla, sizden olan ama sizden olduğunu saklayan insanlara el uzatabilir miydiniz? Bütün bunların ardından en önemli sorar mıydınız: O toplumun içine bizi sindirmesi için gereken cesaretimiz mi yok?
Kendi içimizde bile, birbirimize yalanlar söylerken, birbirimizi ötelerken…..
Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yalnızlık en içimizdedir” oraya ulaşmamız için, bize bir nebze olsun gülümsemeniz, dudaklarınızın ya da beyninizin arasından bir yol aralamanız gerekir. Bu toplumun bizi kabulü için ve toplumda ne olduğumuzu rahatça söyleyebilmemiz için toplumdan kaçmamamız, var olduğumuzu haykırmamız, bize uzatılan elleri tutmamız gerekir.
DERYA GÖLGE