İnsanlar derin anlamlı, birbirinden başka birer kutudur… İnançlarımız, düşüncelerimiz, duygularımız doğrultusunda her birimiz bir diğerimize yataklık edecek meskenlerizdir aslında. Kendimize verdiğimiz bir paha ve bu pahanın bir manevi maliyeti vardır. Asla biçilemeyecek sınırlar koyamayacak kadar teslimiyet duygusuna sahibizdir. Kimimiz kibriyle süslenmiş bir malikâne olarak takılırız, kimimiz gayet mütevazı ve dostlar arasında kalabalık nefeslerin solunduğu müstakil bir evdir. Kimimiz özgüvenini yitirmiş, boyun çatısına balçığını bulayıp eğmiş yıkıma hazır bir gecekonduyuzdur.
Şekil şekil albenilerimiz vardır bizim. Kimimizin dış cephesi gayet alımlı ve gösterişli fakat içi harap, kimimizin iç mimarisi huzur ve keyif verici, kimimizin yalnızca temeli kuvvetli ve zemininin ayakları yere basarcasına mantığıyla güven verir, koruyucudur. Bazılarımız çok yükseklerde meskenlik ederiz. Terasımızla tüm dünyaya ‘merhaba’ bakışları atarken dünyanın bizden haberi dahi yoktur. Kaliteli çinilerimizden kurtulup aşağıdaki toprağı özler duvarlarımız. Şato olup ünü nam salmış, herkesin konaklamayı arzuladığı şanslı özenilenlerimiz de vardır.
Bazılarımız uç noktalarda inançlarını ev edinirler. Kimimiz minarelerinin uzunluğunca secdelerinde yüzlerce duaya yataklık yapan camidir, kimimiz rahibesini çıkartılacak günahlarıyla içine hapseden kiliselerizdir. Uzun ve taş duvarlarımız vardır kutsal kudretimiz sayesinde yıkılamayan. Din anlamında ‘onunla benim aramda.’ içgüdümden ötürü bu paragrafıma noktayı burada koyuyorum.
Davalarımızın ve amaçlarımızın dipteki yeriyizdir bazense. Kimimiz; düşüncede Che’leşiriz. Devrimi kavrayan, tüm insanları yıkıp çatıları yok eden, gökyüzünü görebilecekleri çatısız surlardan ibaret alanlarızdır. Güneşten, yağmurdan kaçacak kuytu köşe bırakmadan, eşitlikle tutsak edilmeye meyilli bir mekânızdır. Kimimiz Führer’leşiriz katliamdan kalma Nazi kamplarıyızdır. Kimimiz Mao’laşırız içten içte çekik gözlü pencerelerle etrafa bakıp sivri çatılarımızın altındaki karşı pencereden bakıp aynı katliamlara yataklık ederiz. Bu düşüncelerin hepsi çaprazlama kollarla kulakların tutuluşu gibidir. Siyasal görüş niteliğinde kendini kör eden bir beyne sahip olduğum için ‘Vardır bir bildiğiniz.’ diyorum.
Ruhsal açıdan da bin bir türlüyüzdür. Bazılarımız kaplumbağa felsefesinde irili ufaklı karavanlarızdır. Sürüklenerek, sürükleyerek peşimizde insanları ağırlarız. Kimimiz meşrep tuğlalarla etrafını çıplaklaştırmış, kendi maddiyatıyla diğerlerinin memnuniyetini mutualist yaşam tarzında konaklatan, sık ağırlamalar gösteren kerhaneyizdir, kimimiz sakinliğiyle şifa dağıtan hastaneyizdir, kimimiz her şeyden uzak kalıp insanlığa en yakın olan, dünyadan bihaber dağ evleriyizdir… Kimimiz anılarından kurtulamayan, yalnızlıkla boğuşup onu bekleyenleri de yalnızlıkla cezalandıran hapishaneyizdir. Birçoğumuz ise yalnızca geçim sıkıntısından hayatta ki adım seslerini ağırca inleten, yavaş gelişebilen kamu binalarıyızdır. Kimimiz eğlencesiyle keder savar bir lunaparkızdır. Kimimiz teknolojiye sırtını çevirip, kendi kanunlarıyla tenhaya çekilen dik ve mat mağaralarızdır, kimimiz hayallerine pembe panjurunu dahi monte edebilmiş peribacasıyızdır… Kimimiz şöyle, kimimiz böyleyizdir…
Duygusal açıdan irili ufaklı dairelerizdir aslında…
Biz insanlar kendimize, gençlik heyecanımıza ihanet etmemek adına satılık levhasını hiç asmayız pencere camımıza. Kiralanma, kaderin kısır döngüsüdür ‘heves’ için. Ömrün zamanda ki karşılığı kısa süreli olarak ya da kimi günlük, kimi aylık, kimi ise yıllık zevk maksatlı kiralanmalardır. Bazen yakınlarımıza ücretsiz verdiğimiz ufak tefek yataklık anılarımız da mevcuttur. Kimi büyük tahribat yaratıp çıkar içimizden, kimi ufak tefek sıyrıkların ardından bizi terk eder. Ama fark edemesek de depremdir her bir terk ediş bizim için… Yıkılan yerlerimizi, tüm hasarımızı tadilata alırız her birinin sarsıntının, taşınmanın ardından... Duvarlarımızı bambaşka renklere boyarız her defasında; kapımızı penceremizi sağlamlaştırıp yıkayıp temizleriz içimizi dışımızı, mutlu oluruz…
Çok yoruluruz zamanla. Hızla tükettiğimiz yılların akabinde sakinlik mevsimi gelir altımıza, cilamıza. Kimimiz bir antika kadar değerinin farkındadır. Asil değerini bekler ve kendiyle ilgilenir. Öte yandan birçoğumuz en mahcup fiyatımızla satılığa çıkartırız kendimizi. Gardımız yalnızlığa o kadar düşüktür ki fiyatımız hayal kırıklarımızın arasında kaybolur. Mülakat aşaması sürecinde terk etmez bizi geçmişteki hüzünler. Beklentiler belki de en sığ safhadadır. Biri gelir; cebinde üç beş kuruş şefkat, azında gevelediği öznesinde tüm tanımsızlığıyla bizim olduğumuzu ima eden birkaç aşk cümlesi fısıldar aç kulağımıza… Köprüden geçerken alış verişine ciddiyetsizlik katar cinsiyetsizliğini belirtme niyetli giyindiği fiyakasıyla. Nerden çıkartırız bilinmez fakat bize düzen ve huzur getirdiğini düşünürüz. Bir tebessümle perdelerimizi aralar, pencerelerimiz açar ve anahtarı eline veririz. Göğsümüzün sol yanını deşip tapumuzu avucunun içine bırakırız… Biz tüm varlığımızla teslimiyetle öpüşürüz. Ona ait ve onun kararları doğrultusunda havalandırırız kendimizi. Zaman geçer anılar yığılır; her bir gün, her bir saat, her bir sene ayrı bir hatıra getirir evin içerisine… Bazıları tatlı bazıları acıdır. O insan hatıralardan boğulup kendini sıkışmış hissedebilir. Dar gelmeye başlarız belki de zamanla. Sıkılmış ya da pencereden takip edip iç tasarımını süzdüğü bambaşka bir evi beğenmişte olabilir. Ona ait olabiliriz. Fakat o bize ait olmayabilir. Ve ardından içimizden çıkışıyla kocaman bir boşluk yaratır, biz o boşlukta yalpalarız. Geri de bıraktığı evine dostluğuyla bakar mı onarır mı bilinmez. Fakat elbet onun elinden tapumuz bir başkasına verilecektir. Hiçbir mesken boş kalmaz. Toprakta dahi, yollarda dahi trafiği hep yoğun tutarız biz açgözlü insanlar. Bir başkasına kiralanacak, satılacak fakat asla o insanlara ait olmayacağızdır. Bu çok kötümser bir örneklemeydi, kabul ediyorum.
Bazen de şanslar yaver gider. Bir çivi dahi dokundurmadan içimizde barınan ve bizi eskitmeden, seven biridir belki de o fiyakalı. İçimizde güvenle büyütüldüğünün farkında olan biridir belki de. Sık sık iç dünyamızı renklendiren, duvarlarımızı bambaşka desenlerle süsleyen, yumuşak dokunuşuyla sihirli fırçaları anımsatan parmakların sahibidir belki de. Mutfağımızın sınırsız lezzetini ona sunduğumuz da anlayıp minnettar kalabilen; banyomuzda karşılıksız anlayış, hoşgörü ve merhamet sabunuyla ruhunu pakladığımız için sevgisiyle şükran sunan biridir. Dış dünyada hayata dair sindiremediği yaşam hazımsızlığını lavabomuza boşaltmasına izin verdiğimiz, içini kustuktan sonra akıl ve huzur ile midesini bastırdığımız, bize ihtiyacı olduğunun ve onsuz yapamadığımızın farkında olan insanlardan biridir belki de ne dersiniz?
İçimizi ısıtıp, içimizde ısıttığımız ve aynı sıcaklıkta tek beden sevgi ile yaşama veda öpücüğünü bizimle verebilen insanlarla karşılaşabilir miyiz bilemiyorum…
Hayat o kadar garip ve anlamsızdır ki; ilanımız nasıl olursa olsun bazen sürprizlerle dolu ihtimaller çıkartabiliyor karşımıza. Bazen yıkıcı bazen onarıcı…
Hayatta her insan; hem ev sahibi, hem kiracı…
Yalnız bir kez sahibinden satılık, ardından daimi kiralık…
Bol şans…
|