Bir an geliyor... İçimde, hormon almışçasına yeşermiş güldürücü bir yük hissediyorum. Kan beynime mor mor sıçrıyor fakat delil bırakmıyor zihnimde... Gel-git gibi vuruyor kadınlar beynimin kıvrımlarına. Zaten gel-git akıllı olmakla bile övünebilen nadir bünyelerden birine sahibim. Akıl falan verecek değilim kimseye.
``Sevdim mi tam severim`` gibi bir laf edemeyecek kadar klişelere uzağım ama merhametliyim. Sildim mi? Hayır silmedim. İnsanların, aşkların, dostlukların miadını doldurduğu anları, hep üstünü karalayarak bıraktım öylece. Gel zaman git zaman, hortluyor bu hazin kenetlenmişlikler... Onlardan şikâyetimiz bir yere kadar, hatırına katlanılır olabilir belki. Ama hayatıma yeni girenlere tahammülsüzlüğüm çok daha kararlı bir şekilde doğabiliyor içime. Doğuyor... 24 saat geçmeden de batıyor. Ne acayip bir şey... Fakat dünya ne hızlı değişiyor... Saç rengimi bu kadar sık değiştirmem, koluna yakışma uğraşımın bir sonucu...
Misal... Ergenliğimin en sevimli fakat gereksiz oyunlarını hatırlatan, tatlı, hoş fakat üstün ihtiraslı `çocuklar` beğeniyorum. Çocuk dediğime bakmayın... Yaş bir ölçüt değil, bahsettiğim `bazı kadınların kendine has doğası`. Bir dengesizliğin üzerinde dalgalarla boğuşarak, adrenalin patlaması yaşar gibi yaşanıyorlar. Dedikleri ile yaptıklarını asla ardı ardına cümlelerde işleyemem mesela. O kadar anlamsız ve alakasız olur. `Özlüyorum` der ama aramaz... Ya da arar ama kimi özlediğini, attığı fişekleri anlatır.Şurada açık, net ve hesapsızız diye, hem baskıcı hem dubaracı olabileceğini sanmaya başlar.
Yine de vazgeçilemeyen bir tadı vardır... Çekirdek gibi mesela. Kendini durduramazsın, ona karşı koyamazsın, kimseye `Al şu çekirdeği önümden` de diyemezsin. Sonuç: Bütün kozlar elimde patlamış, oyunun başında işemiş hergele... İlk elden ``as``ı çıkmış. Bir de bununla sağda solda övünmekte... Bir flörtöz ki sorma... Etrafındaki olgun kadınlardan nasibini alıyor, çabucak kaçıyor hepsinden... Bir arıza var ama nedeni bilinmiyor. Nasıl çözüleceğini bilsek de ele gelmiyor, cıva gibi...
Bilmiyor ki, biz bu suyu daha önce içmiştik, sonra elimizi yüzümüzü yıkadık içinde, aktı gitti, yolumuz keşişti; fakat içilesi falan değil şu haliyle... Ne satıyorsun diye sormazlar mı kadına ey ezberci gençlik? Kıyamıyorum ki ezberini bozayım. Ama şaşırıp kalmamla, yanağındaki gamzeye tav olmam arasında saniye bile yok, kahretsin. Haksız ve tatlı. Böyle de garip bir zehirle zehirliyor beni, coşkun fakat farkında, toy becerileri.
Aşure sever misiniz? İşte öyle kadınlar bunlar... Nispeten hafif, besleyici, karmaşık, katkısız... En önemlisi hem sıcaklar, hem soğuk... Yani sen sıcağına hallenirken soğuğunun; soğuğuna hallenirken sıcağının gelmesi gibi önüne... Kafanı karıştırır, çözümü olmayan bir şeyi aç karnına çözmeye çalışırsın... Diş minelerini kalbinde hissedersin. Çatır çatır çatlarlar; bir soğuk bir sıcak yedikçe onu. Aşure olur pişmaniye.
Bu akla zarar, bünyeye yarar, fakat tarif etmesi zor çekimden kurtulmanın da yollarını buldum sanırım... Sanırım diyorum çünkü, önce sola, sonra sağa falan bakmıyor bunlar... Koşarak, kıl payı, ezilmeden karşıya geçiyorlar. Bense bir sağa, bir sola baka baka kendimden geçiyorum. Yolun öbür tarafında kalıveriyorum... Aval aval bakıyorken karşındaki kopile, bir de bana oyuncak bebek muamelesi yapıyor. İster istemez bir şımarıklıktır gidiyor bende. Sanırsın ki, liseye başlıyorsun, okulu kırdın, en yakın parkta aşna fişne yapacaksın... Öyle bir çapkınlık estiriyorlar. Bu esintiyi her sohbete taşıyorlar... Önüne geçilemez bir ego. Tek isteğim şu oluyor zamanla: `Şunu bir ele geçir, yap bir lego!` Artık her gelen talebine, bir diyeceğim olsun istiyorum:`` İşim var``, ``ocakta yemeğim var``, ``tırnaklarım ojeli``, ``çişim var``, ``misafirim var`` v.s. Böylece kendimi zararlı ve bağımlılık yapan etkilerinden uzak tutuyorum güya(!)
Bir başa çıkma yöntemi daha henüz fikir aşamasında: Bir sonraki ışıklarda, kırmızıda koşacağım düşünmeden karşıya... Şaşırtıcı değil mi? İşte o zaman tüm dengeler değişecek. Risk alıp, kazanacağım... Yani bunun sonunda, intihara yakın pes ediş de bir ihtimal. Ezilmediğime şükretme şansım kalırsa, kaldırıma adım attığımda avuçlarımdaki ipleri fark edeceğim. Şimdi kötü kahkaha zamanı ama ben öyle kahkaha da atamam ki... `Gölge oyunu başlasın` diye bağırsın bir soytarı... Plana bak! Kendimi böyle de uyanık sanıyorum. Güzin Ablalık yapıp avurtlu avurtlu yazdım biliyorum ama belki benimle aynı durumdan muzdarip kişiler okuyordur burayı diye paylaşmak istedim.
Velhasıl, vartayı atlatırsınız... Yine de acıtamazsın bu kadınları, kontrolünü alsan da acıtamazsın. Canı yanmış gibi yapar ama acıyı içten içe sevdiğinden kolay kolay kahrolmaz. Acıtarak, dindirir acısını çokça. Seni de çabuk unutur (mu ki?)... Senin gibilere zor rastlar fakat fırsatları kaçırmakta üstüne yoktur (böyle buyurdu narsist). Oynamaktan hiç bıkmaz, hep bıkkın bir oyuncu hali takınsa da (tüm hileleri bildiği aşikar). Sen de izlemekten kendini alamazsın (hipnotize olmuş erik ağacı). Çok kısa ve güzel, tek perdelik bir oyun gibidir onunla aşk ya da flört... Tadı damağında kalır fakat iştahını açmaz. Ne güzel... Diyetimi bozmadan yiyebileceğim bir tatlı...
-``Tatlı diyorsun yani?`` -`` Hayır. Tatlı sert ``
|