Saçlarım kısacıktı, ellerine gelmeyecek kadar.. Bazen de alabildiğine uzundu, dizlerinde tutamayacağı kadar. İşte ikisi arasında duramayan bir çocuktum ben…
Dengeleri şaşmış, sarsılmış, ağlamasıyla gülmesi arasında gülümsemesini yitirmiş bir çocuktum.. Buna rağmen, denge yaylarımdan birisinin de kendisi olduğunu bilereke bana bakardı.
Bir eşcinsel annesiydi o.. Fatma Girik’ten andırılan güzelliğiyle belki de hayatımda eş olarak yanımda görmek isteyeceğim kadın profiliydi. Öyle kendinden veren, öyle dünyaya yeşil gözleriyle gülümseyen, titrek ellerinde dört beş kişinin dünyasını düşürmeden döndürmeye çalışan..
Heteroseksist ailelerde büyüyen erkeklerin, anneleri gibi bir kadın aramasından; eşcinsel bir kadın olarak annem gibi bir kadın arayarak-bekleyerek kendimi sıyıramadığıma mı yanayım, onun gibi bir kadın bulamadığıma mı, ya da 3,5 ay kadar önce onu lösemi teşhisiyle yatırdığımız hastanenin yoğun bakımından 2 ay kadar önce yokluğun sonsuzluğuna bedenini/ruhunu uğurladığıma mı?
Şimdi, bir ateist-bir cinsel kimlik savaşçısı- toplumsal değerlerle örülen zincirlerin isyancısı olarak; mevlüt yapmadan göndermeyi içime sindiremediğim annemin ardından ne söylesem ne yazsam az gelecek..
Anneme açıldığım anı şimdi daha sık hatırlıyorum. Onun beni kabulü için gözyaşlarımı gözlerimden indirdiğim bir ana denk getirmiştim açılmamı. İlk aşkımdan ayrılmıştım ve ailecek yemek yediğimiz o gelenekselleşen anda, yemeğimi yerken ağlamaya başlamıştım. Annem, gözlerinde o gerçek sevgiyi taşıyanların tanıdık tedirginliği ve üzüntüsüyle sormuştu neyim olduğunu. Sorma anne demiştim, sorma. Annem, işte elinden gelecek bir çare var mıdır yarama diye düşünürken ve o tedirgin gözlerinde tüm çarelerini benim için sermeye hazırlanırken, ısrar etmeye devam etmişti.
Peki, demiştim gözyaşlarımı silerek. Gerçekten öğrenmek istiyor musun? İşte o anda kendisine dair ilk tedirginliği mimiklerine yerleşmişti ama yine de üstelemişti, evet.
Susmuştum, bir dakika sessizlikte annem çarelerini hazırlamış, ben yaralarımı sıyırmış halde birbirimize bakmıştık: Ben eşcinselim anne ve aşık olduğum kızla ayrıldık, işte bu yüzden ağlıyorum demiştim. Hala gülümseyerek hatırladığım ilk tepkisi şuydu : “Yok kızım, yok yok, seninki hevestir geçer”
Ardından geçen yıllarda, annem beni kabul etmesi için gözyaşlarımı akıtmama gerek olmadığını gösterdi bana..
Sevgililerimle tanıştı, evimizde onları ağırladı. Beni hep aynı düzeyde, ama daha çok üstüme titreyerek sevmeye devam etti..
Babamla aramızda bu sırrı saklamak için gereken hassasiyeti gösterdi. Annemin “eğer birisi seni gerçekten seviyorsa, seni koşulsuz kabul edecektir” şeklinde bana yaşattığı bu deneyimle, abime, yengeme, iş arkadaşlarıma ve dostlarıma açıldım.
Şimdi o yok, ama onun mezarı başında biz açılımı paylaşanlar yüzlerceydik… Onun bize açtığı koşulsuz kabul yolunda ilerleyebilmiş, kendisinden farklı olana tahammül etmeyi kendisinden öğrenmiş yüzlerceydik..
Soluğunu benimle paylaşan anneme son bir hakkıyla veda mıdır bu yazım, yoksa açılma korkusu yaşayan lezce üyelerine, açılın-korkmayın-yeter ki etrafınızda yaşadığınız sevgiler gerçek olsun diyerek cesaret vermek midir amacım bilemiyorum.
Sadece, böyle bir dünya gerçekti, annem gitti, yarattığı dünyası kaldı ve ben hala o gerçeği soluyorum.