Günlerin sağanağında zamanı boğuyoruz. Günler akıntıya kapıldıkça çiziliyor ten renginiz. Derimiz cömertliğin verdiği etken veya edilgin tecrübelerle kalınlaşırken, ruhumuzla beraber kırmızı organımız tıka basa doyuyor.
Hırslarımıza tutunup kalbimize, ruhumuza sahip olmayan insanlara cömertçe sunuyoruz bedenlerimizi, sıcağımızı, özelimizi. Huzura ihanet edip keyfimize kılıf giydiriyoruz. Tükenen yalnızca yorgun, tecavüze uğrattığımız ruhlarımız oluyor. Aynaları küstürüyoruz kendimize. Özeleştiriler vakti gelip çattığında; hesaplaşmalarımızın boyunu ölçmeye yetmiyor yaşam cetvelimiz. Gecenin insana en âşık vaktinde, kulağımızı gıdıklayan lhasa ile bazen tekme tokat girişiyoruz suretimize, bulanık geçmişimize bazen ise kanayan ruh yaralarımızı yalıyoruz. Kaybettiğimiz ya da tarumar ettiğimiz gerçekliğimize kaldırıyoruz kadehimizi af dilercesine.
Bedenimizi yoruyor düşüncede kalan hayaller, bitkinlikten rüyalarımız kâbuslara uyanıyor. Zamanla cinselliğimizi de bu dinlenmek için can atan ruh tüketiyor… Kimse kendini kutsanmış bir natır olarak takdim etmemeli ömrüne. Zevkte kıdem için fahişe olunmaz. Beden ruhun en sadık tapınağıdır. Elbette insanların tapmak için can attığı tenler vardır. Bizim ise çirkin ve sakin bir tapınağımız, herkesin göremediği gözlerimiz, dilimiz kadar uzun bakışlarımız ve eşiği düşük kulaklarımız olsun, kâfi.
Kendimize olan saygımızı, inancımızı, aşkımızı ve heyecanımızı kaybettiğimiz anda etrafa saldırıyoruz. Sataşmadığımız beyin, mıncıklamadığımız ten kalmasın diye çabalıyoruz belki de. Evreni tahrik ederek kendimizi tatmin edeceğiz güya… Çevreyi kolaçan edip keyfe göre şekillenmekten veya başkalarına çaba doğurmaktan sağlığımıza gebe kalamıyoruz. Boşa geçirdiğimiz, sorgulamadığımız, potansiyelimize beden beden küçük gelen çarçur ettiğimiz zamanlarımıza arkamızı dönüp ne kadar sıklıkla bakabiliyoruz? Kitaplığımızda duran bir heves aldığımız mis gibi kâğıt kokulu gıcır gıcır hala eskitemediğimiz romanlarımızdan kaçırmıyor muyuz gözlerimizi? Sokakta gördüğümüz her bisikletli gence bakıp ayıltmıyor muyuz gençlik hevesimizi? Konu gece hayatı ve alkole geldiğinde ceplerimiz dolu olurken, konu bir doğa veya kültür gezisinden açıldığında para ya da zaman eksikliğini katmıyor muyuz bahanelerimize? Ne de güzel kandırmayı başarıyoruz kendimizi. Ve hayat ne de hızlı akıp gidiyor bizi kurutarak. En verimli dönemlerimizi, yaşlarımızı hızla sindirirken zaman bir lokma daha yutturuyor tok pürüzsüzlüğümüze.
Hangimiz sabah kahvaltısına sigara ile başlamak yerine spor yapıyor? Hanginiz cumartesi geceleri meyve suyuyla sabaha kadar dans edebiliyor? Saatlerdir bilgisayarla haşir neşir olmuş acıdığım gözlerle bu yazıyı okuyanlar vardır, bugün hava nasıl biliyor musunuz? Bir tahrifat dönemi yaşamak gerekiyor belki de fakat bu dönemi tahribat dönemine dönüştürmemeliyiz. Elden ayaktan kesilip huzur barındırdığı söylenen yalnızlık evlerine ayak basmadan ‘Ben huzurlu öleceğim.’ Diyenleriniz var mı? Veya ’Ben ölmeyeceğim.’diyebilecek cürette, yaşarken mucizeleşen kadınlar var mıdır? Hala sabah ayıldığında tebessüme temayül gösteren simalar, gece uykudan önce keyifsiz düşüncelere dalmayanlar var mı? Kırılmayı koy verelim, çatlamamış bir kalbe sahip olanlarımız var mı? `Ben kusursuz bir kadınım.` diyecek kadar çirkinliklerini özgüveniyle örtbas eden kadınlar var mıdır? Çingene misali kaç kadın korkaklığın cesaretini kazanıp `Ben Buradayım, benden bahsediyorsun.` diyor? Bu cümlelere yakışacak kadınların yanı sıra satırları üstüne cuk diye oturtanlar da var, kendimi rencide etmemeliyim. Deşifre de kendine hayran insanların işidir. Şu sıralar kendime pek hayırlı sayılmam. Kendimizi okumadan yarım yamalak ezberliyoruz. Takvim yaprakları döküldükçe allak bullak bir hafıza ile allanıp pullanıp kendimizi geleceğe, görücüye çıkartıyoruz. Hayat istikametinde dalalet etmek yerine birbirimize delalet edebiliriz.
Velhasıl farkındayım, kesmiyor hayat... Hayatı sırf bu yüzden kestirip atarcasına tüketmemek gerekiyor. Ne yaparsak yapalım, kendimizle başlayıp ne ile uğraşırsak uğraşalım yetmeyecek aldığımız lezzetler. Dünyaya sığmıyor hükümdarlığımız, kendi dünyamıza da hüküm giydiremediğimize göre ne desek, ne yazsak boş. Doldurabilenin ellerinden öperim…
|